Kartel Medyası

20-03-2022

Gerek 28 Şubat sürecine götüren etkisiyle, gerek 28 Şubat’ta aldığı aktif darbeci rolüyle, gerekse sonrasındaki siyaset dizaynındaki konumu ile medya hep tartışılıyordu. Demokrasinin eşit kuvvetleri olan Yasama, Yürütme ve Yargı’dan sonra yazılı olmasa dahi teamüller gereği dördüncü kuvvet olarak Basın sayılırdı.

 

Gelişen teknoloji ile birlikte Basın, artık sadece yazılı basın olmanın ötesine geçtiği için “Medya” adıyla gündemimizde yer edinmişti. Medya, yazılı ve görsel basın olarak tanımlanıyordu. Z kuşağı ise Basın’ın üçüncü nesil torunu olan veya Basın’ın Z Kuşağı olan “Sosyal Medya” ile tanışıklar!..

 

Hani bugün dert yandığımız “Yandaş Medya” kavramı var ya! İşte onun atası da “Kartel Medyası” idi. Neredeyse her gazetenin televizyonu vardı. O televizyonların Avrupa’ya yayın yapan “Int” veya “Euro” kanalları da vardı. Medya, o dönemde demokrasinin üç eşit kuvvetinin önüne geçtiği ve birinci güç olduğu yönünde haklı eleştiriler almaktaydı. İstediği gibi at oynatıyor, hükümet kurup, hükümet yıkıyordu! Anketler hayatımıza yeni girmişti. Her ay anket verilerini açıklıyor ve yapılan yayınlarla istedikleri partileri yükselterek, seçim sonuçlarını etkiliyorlardı.

 

Gazeteler kuponla ansiklopedi, kitap vermeyi bırakmış; çatal kaşık, tabak çanak, stres bileziği, altın suyuna batırılmış(!) ağrı ve romatizmaya son veren manyetik bileklik dağıtıyordu. Hatta televizyon dağıtmaya bile başlamışlardı. Bunların yasaya aykırı olduğu için durdurulmasına karar verildi.

 

Siyasilerin hepsini gezerek bu engellemenin kaldırılmasını isteyen medya patronları (Dinç Bilgin, Aydın Doğan, Enver Ören, Mehmet Ali Ilıcak …) söz aldıklarının önünü açıyor çarşaf çarşaf onları manşetlere taşıyordu. Ama destek sözü vermeyenleri ise görmezden geliyorlardı. İstedikleri yasayı çıkarttırdılar bile... Artık promosyon yasası devredeydi ve iş öyle bir hal aldırılmıştı ki inanamazsınız! Gazeteyle dağıtılan ürünler satılan ana ürün, gazete o ürün yanında promosyon idi!

 

Basın yasasında yapılan değişikliklerle dağıtımda tekelleşerek çoklu yayıncılığın da anlamını ortadan kaldırıyordu Kartel Medyası. Kendi gruplarının gazetelerini dağıtıyor, istemedikleri yayınları dağıtmıyorlardı. Yaysat ve Birsat diye gruplanmış kendi aralarında basında tekelleşme oluşturmuşlardı. Bu da yetmedi medya patronları bankalara da sahip olmak istediler. Yaysat’ın da sahibi olan ve Doğan Medya grubu başkanı olan Aydın Doğan, zebra desenli çizgili pijamasıyla Başbakan Mesut Yılmaz’ı dahi villasının önünden uğurlayabilmişti. Varın ötesini siz düşünün!

 

O dönemin cemaati, daha sonrasının hizmet hareketi, şimdinin ise Fetö’sü de piyasanın önde gelenlerinden olma yoluna girmişti. Kıyıdan kıyıdan kendince ilerliyor, sinsi sızmalarla medya alanında etkili olacak gücü o dönemde temellendiriyordu. Kendi özel dağıtım ağıyla doğrudan adrese teslim gazete dağıtımı yapıyordu. Sonuçta yapılan hizmet ibadetti ve dağıtıcıya verilen düşük maaşın yanında (güya) Allah rızası da bonus idi…

 

Dönemin Fetullahçıları, ‘Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ diye kendi özel üst basın yayın kurumunu bile oluşturmuştu. Vakfın bünyesinde oluşturulmuş ‘Abant Platformu’ her yıl Abant gölü tesislerinde toplantılar yapıyordu. Çok şaşalı bir sunumla, toplumun her kesiminden aydın ve gazeteci kişileri davet ederek tartıştırıyor ve siyasete yön verecek sonuç bildirgeleri açıklıyordu.

 

Kuşkusuz onlar da bankacılık sektörüne adım atıyordu! Allah ile aldatma yöntemi olan ‘faizsiz sistem’ diye halka yutturulan ‘kar zarar ortaklı’ çalışan Asya Finans katılım bankacılığı adıyla sektöre adım atmışlardı. Daha sonra “Bank Asya”ya dönüşecek olan o banka, açılışı çok meşhur olan banka idi! Günümüzde de videolarını seyrettiğiniz ve meşhur siyasetçilerin Fetullah Gülen ile birlikte kameralara girebilmek için neredeyse birbirini ezercesine boy gösterdiği açılış görüntüleri içeren banka idi!

 

Herkesin hizmet hareketi diye peşinden gittiği, siyasetçilerin sırtını sıvazlayarak büyüttüğü bu yapılaşma, spordan sanata dek neredeyse bütün ünlülerle de içli dışlı olmaya çalışarak İslami cemaatler üzerindeki irticacı gölgesini kendi üzerinden savuşturmayı başarıyordu.

 

Kendine yakın ticaret erbabının 2000’li yıllardan sonra TUSKON adıyla bir araya toplanmasını sağlayacaktı. Kendi sendikalarını kuracaklardı. 99 Depreminde enkaz altındakilere seslenen arama kurtarma ekiplerinin ‘sesimi duyan var mı, kimse var mı?’ sözlerinden esinlenerek kurduklarını iddia ettikleri “Kimse Yok mu?” derneği ile bağışlar topluyor yoksullara yardım yapıyorlardı(!). 90’lı yılların sonlarında taşra teşkilatlarında “Himmet geceleri” düzenliyorlardı. Kendi mensuplarınca 571, 630, 1071 vs gibi anlamlı fakat oldukça yüksek rakamlı bağış yapıyorlar imajı oluşturup, toplantılarına cemaat dışından katılan halkı söğüşledikleri bir yöntemleri vardı. 2000’li yıllardan sonra TV’leri Samanyolu’nda bu yöntemi ‘yardım geceleri’ etkinliğine çevirip canlı yayınla benzer faaliyeti yapıyorlardı. Spor, sanat, siyaset ve iş dünyasından bütün ünlüler sıraya girer ve adlarını birlikte andırabilmek için yarışırlardı!

 

Dershanecilik, eğitim yayınları, özel okullar neredeyse yine o mağlum yapılaşmanın tekelinde gibi bir hal alacaktı. Sorular onların ekibine hazırlattırılıyor, yayınevlerimizin hazırladığı kaynaklarda ÖSS, ÖYS, KPSS vs sınavlarda şu kadar soru yakaladık reklamları ile acayip sükse yapıyorlardı! İnsanların dikkati onların kurumlarına çevriliyor, her kesimden insanın çocuklarını kendi eğitim kurumlarına toplayabiliyorlardı. Ayrıca insanlar çocuklarını -bir de dini eğitim alıyorlar hiç olmazsa- diye de onların kurumlarına gönderiyordu.

 

Müslümanların da TV’si olsun diye halktan toplanan paralarla kurulan TGRT ise İhlas grubunun yayın organı idi. Gazeteleri Türkiye, Finans kurumları İhlas Finans idi. Kim iktidarda ise bunlar onların hizmetine amade oldukları için 28 Şubat döneminde de darbecilerin yanında konumlanmışlardı! Her dönemde kazananlar arasındaydılar. Camialarınca Enver Ören evliya olarak görülür, her yaptığında hikmet aranırdı! İslami televizyon jargonu ile kurulmuş olan TGRT, kadın kuşağı yayınları yapıyor ve dedikodu kültürünü yayıyordu! Seda Sayan, Gülben Ergen, Enver abilerinin yanaklarından makas alabiliyorlardı. Onlar da Enver’in Melekleri(!) idi. Her ilde ve büyük ilçelerde İhlas Mağazalar zincirinin şubeleri açılmıştı! Ticaret, siyaset, bankacılık, medya alanındaki faaliyetleri ile holdingleşmiş idiler. Veliaht Mücahit Ören de, tabanlarınca küffarın başı kabul ettikleri ABD’de eğitim görüyordu. Ve gelecekte başına geçeceği holding için alt yapıyı sağlam(!) oluşturuyordu. Bütün bunlar, din ile aldatmanın sonucunda koyun sürüsü mantığıyla saf ve masum(!) insanların ekonomik desteği ile ortaya çıkan olaylardı.

 

Sonunda İhlas Finans da battı(!) ve mudilerini zarara uğrattı. Yatırılan paralar, Devlet güvencesi altında olmadığı için mağdur halk, kayıplarının üstüne soğuk su içerken, Ören ailesi holding Patronu olmuştu!..

 

Anlayacağınız dallama, çökme, aldatılma, kandırılma ama temelde soygun ve vurgun ülkenin kaderi idi!

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Hayati Yaman
Hayati Yaman 3 yıl önce
Çok teşekkür ederim Nurdoğan Bey. Bir sunumla bitmeyen Kartel Medyası'nın ikinci bölümü de yarın inşallah...
Nurdoğan Aktaş
Nurdoğan Aktaş 3 yıl önce
Hayati bey, gerçekten çok süper bir değerlendirme. Tebrik ederim.
Hayati Yaman
Hayati Yaman 3 yıl önce
İşte bizim hikayemiz. Öylesine makus ve öylesine natemiz...
İnşallah bilinçli nesillerle aşacağız sancılı süreçleri hocam...
Adem KURUN
Adem KURUN 3 yıl önce
Birileri figüran, birileri aktörsü... Bizler de aval aval bakan izleyici... Bu mu kaderimiz hocam. Bir önceki yazında da bu vardı. Mağdur olan biziz de hiç mi suçumuz yok. Çoban değişse de kurt olmadığımız müddetçe sonuç değişmeyecek anlaşılan. Ellerin, zihnin, kalemin dert görmesin.