Peşinen şunu belirterek başlamak isterim. Satırlarımda geçecek olan “sapma” sözcükleri ile “sapık” ya da “sapkın” sözcükleri karıştırılmasın. Sözlerimi son derece seçerek ve özenle kullanacağım. Kimseyi yargılamak, suçlu veya günahkar göstermek, damgalamak amacı gütmeyeceğim. Kaldı ki hem öyle bir yetkim yok, hem de hayata tek bir pencereden bakmıyor renklerin siyah ve beyazdan müteşekkil olmadığını biliyorum. Bütün renklerin anası beyaz. Bütün renkleri yutan yok eden de siyahtır.
Sadece siyah ve beyaz yok, mottosuyla yola çıkarak herkesi gri yapma projesine de çanak tutacak değilim. Gerekli ifşaları da yaparak olayları aklımın yettiği, okuduğum araştırdığım bilimsel makaleler, kitaplar ışığında örtülü yönlerini de deşifre ederek aydınlığa kavuşturmaya çalışacağım. Metodum akıl, bilim ve vahiy ölçüsüyle hareket edip vicdan süzgecinden damıtmaya yöneliktir. Kaç bölüm gider? Şimdiden kestiremiyorum ama seri sunumlarla tamamlayacağım inşallah. Dileyen alır…
Cıvıl cıvıl renk cümbüşünden oluşan Gökkuşağı, beyaz ışığın prizmadan geçişiyle veya tabiatta yağmur sonrası aniden açan güneşin, gökyüzünde yoğunlaşmış su buharının prizma görevi görmesiyle günışığının ortaya çıkardığı muhteşem doğa olayıyla oluşur!
Fıtratı ve doğası gereği her çocuk bayılır o renk cümbüşüne! Bir süre sonra su buharının yoğunluğu azalmaya, atmosferik gaza dönüşmeye başlamasıyla ortadan kalkacağı tecrübe edilmiş bir gerçek olduğu için ebeveynler fırsatı ganimete çevirerek, “Gökkuşağının Altından Geçme” hikayeleri, masalları anlatır(dı) çocuklarına!
Yazın başlaması, kırkikindi yağmurları denilen, 21 Haziran beraberinde yağan gündönümü yağmurlarının yağmasıyla doyasıya tanık olunur gökkuşağına! Doğada yenebilen çeşitli mantar türlerinin yetişmesine de olanak sağlayan o yağmurların ardından, günde birkaç kez gözlemlenebilen gökkuşağı, nine ve dedeler tarafından “Ebemkuşağı” olarak anlatılırdı masallarda. “Bolluk, bereket, huzur ve mutluluk getirir.” diye körpe beyinlere nakış nakış işlenirdi…
Şimdilerde bırakın o hikaye ve masalları anlatmayı, elimizden gelse güzelim doğa olayının tabiatta cereyan etmesini engelleyeceğiz! Es kaza bir gökkuşağı görsek, çocuklarımızın dikkatini başka yönlere çekmek için kırk dereden su getireceğiz! Yoksa öyle değil de, ben mi abartıyorum? Abarttığımı düşünüyorsanız, “Eh haydi şimdilik öyle düşünün. Bu gidişle pek yakında tanık olursunuz.” diyeyim ben de size!
Resim öğretmeni bir arkadaşımın anısıyla sizleri gidişattan haberdar etmek isterim. “Hocam, çocuklara resim dersinde -Gökkuşağı- çizdiremez olduk! Bakar mısınız evrilmeye?” diyor. Resminde gökkuşağı çizen bir öğrencim, eve vardığında annesi, “Ne oluyor ya! Hoca da sapıtmış olmalı! Ne çizdirmiş bizim çocuğa diye içimden geçirdim.” diyerek telefon etmişti bir keresinde! “Şaka yollu aradım diye gönül almaya çalışsa da, insan tedirgin olmuyor değil. Bir gün soruşturma geçirebilirim, en iyisi uzak durmak hocam!” diye ekledi. Neden yaşanıyor bu tedirginlikler demezsiniz biliyorum ama öğretmen hassasiyeti gereği küçük bir tüyo vermek isterim.
Başlığa bir kez daha dönün bakın, işte ondan derim. Çünkü gökkuşağı, onların sembolü!
Harfleri neredeyse her geçen yıl artış gösteren LGBTİ’nin yanında bir de + işareti olduğuna dikkat edin lütfen! Eskiden lezbiyen ve gay olarak iki türev şekliyle L ve G olarak kulvara giriş yapan sapmalar, bisexüel ve transexüel olarak B ve T türevlerini yanına aldılar. Pek tazece İntersexüel olarak İ de eklendi ve devamı gelecek mahiyette + ile süreğenleştirildi! Artık bundan sonra ultrasexüel, megasexüel, onlinesexüel, robotiksexüel, … olarak mı yeni eklemlenmelere tanık olacağız onu bilemiyorum!?
Cinsiyet sadece erkek ve dişi olarak kabul edilir ve (ara form gibi bile kabul etmedikleri) diğer formlar yok sayılırsa, bu durum homofobik bir kavramla karşılık bulmaya başlandı.
Küresel boyutta bir proje olarak gündeme alınıp, cinsiyet üzerinden yol almamak gerektiği vurgulanmaya erkek ve dişi arasında, onlarca(!) türevin var olduğu mesajı verilmeye çalışılıyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından da bu durumların bir psikolojik rahatsızlık veya hormonal ya da metabolik bir hastalık olabileceği, sosyokültürel kökenli bir realite olarak ortaya çıkabileceği asla kabul edilmiyor artık!
Bu bakış açısı, gerçekten insanların kendi yönelim ve tercihleri doğrultusunda özgür ve mutlu yaşamasını hedefleyen bir proje olarak görülebilecekken, küresel boyutta işlenmeye çalışılan bir “cinsiyetsizleştirme projesi” olarak da görülebilmektedir! Küresel sermayenin anormal derecede fonlayarak ayakta tuttuğu, dünyanın neresinde olursa olsun, maddi yönden sorun yaşatmaksızın lobi ve dernek faaliyetleriyle kenetlenerek direniş gösterdikleri ve eylemler yaptıkları vaki olduğuna göre olayın arkasında derin yapıların var olduğu kuşkusuzdur. Ayrıca o tarz bireylerin psikiyatr uzmanları ile görüştürülmemesi, o alanda hizmet vermeye kalkışan psikiyatrların WHO çapında etiketlenmesi, Psikiyatr Derneklerine mobbing uygulanması şüpheleri daha da arttırmaktadır! WHO’nun sunduğu raporlardaki ifadelerde kanıt yok. Cümlelerin sonundaki kelimeler hep şüphe ve duygu yüklü ifadelerdir. “… kabul ediliyor.”, “… öyle olduklarını hissediyor.”, “… bulgular olduğu var sayılan …” şeklinde ifadeler geçer. Ona rağmen kesin bilgi içeren raporlar gibi takdim edilmektedir. Hastalık olarak görülüp tedaviye başlamak isteyene dahi izin verilmiyor olması manidar değil mi?(1)
WHO’nun hastalık ve ara form gibi saymama kararının ardından küresel sermayenin destekleriyle lobi ve dernek faaliyetlerinin anında devreye girmiş olması tesadüf mü? Yoksa olayın ortak elden yürütülen bir proje olduğuna kanıt mı?
Son derece çirkin, iğrenç, kışkırtıcı pankart ve sözlerle, evrensel etik kurallarına aykırı tutum ve davranış sergileyerek, teşhircilik yapan, ne idüğü belirsiz tiplerin amigoluğu LGBTİ bireylerini dahi rahatsız etmiyor mu? Etmiyorsa onların da aklını kiraya vermiş küresel bir tarikatın müritleri olduğunu buradan ilan etmek ve deşifre etmek bizim boynumuzun borcudur. Ayrıca masum sabi ve çocukları iğrenç emellerine neden alet ederler? Bu çarpıklıklara ilk önce LGBTi’ler karşı çıkmalı değil mi? Çıkmıyorlarsa, onların hak arayışına destek veren sağduyulu insanlar da bunları sorgulamalı değil mi? Sadece hak arayışı kalkanı arkasına sığınmış bir yığın olduğunu fark etmeden, hangi ortak paydalarda ve hangi ölçüde bir araya geldiğini anlamadan yoluna devam mı etmeliler?
Diyeceğim şu ki, kafayı kuma gömmek, bir olayı yok saymak, problemi görmezden gelmek ya da halının altına süpürmek ne kadar yanlış ise, olayların arka planını deşifre etmeden akıntıya kapılmak da o derece yanlıştır. Bizler akılcı, kuşatıcı, yargılamadan ve o tarz insanlarımızı muhanete muhtaç bırakmadan sorunlarımızı çözüme kavuşturmalıyız! Öz evlatlarımızı, vatandaşlarımızı küresel güçlerin kucağına itmemeli, atmamalıyız! Sadece yasaklamalarla bu işlerin üstesinden gelinmez, gelinemiyor da. Bunu görmek için çok yüksek feraset sahibi bir insan olmaya gerek yok çünkü…
Her yıl Haziran ayının son Pazar günü onların eylem günüdür. Bugün, “Onur yürüyüşü” diye adlandırdıkları eylemlerini, yasal izin verilmemesine rağmen yine İstanbul’da gerçekleştirmeye çalışacaklar. Eylemlerini, “Onursuzluk yürüyüşü” diye reddederek, hamaset nutuklarıyla siyasete malzeme yaparak olayı çözemediğimiz gibi daha popüler, daha etkili ve mağdurun hak arayışı haline gelmiş bir kitlesel desteğe dönüştürmüş olmuyor muyuz? Geniş halk kitlelerine şirin gözükmek için bir zamanlar LGBTİ bireylerin haklarını savunan siyasetçiler, şimdilerde hem de yönetici erki temsil ediyor olmalarına rağmen, dindar ve milliyetçi muhafazakar görünmeyi geçer akçe saydıkları için LGBTİ’leri ve destekçilerini terör örgütü gibi lanse ederek, muhalefet bloğunun desteğiyle meydanlardalar, algısı oluşturarak insanların önüne atmıyorlar mı?
Kaldı ki, onlara destek olan herkes LGBTİ değil, pek çoğu hak arayışlarında onların yanında oluyor. Eylemler provokasyonlara açık ve kontrolsüz olduğu için kutuplaşmanın had safhada yaşandığı ülkemizde Allah korusun istenmedik sokak çatışmaları yaşanabilme ihtimali de yüksektir. Hatırlayın geçen yıllarda onların yürüyüşü sırasında ezan okunmuştu ve sloganları, düdük çalma ritüelleri ezan sesleri ile karışınca, “Vay bu dinsiz imansız tayfa ezana karşı çıkıyor. Ezanı susturmak ve bastırmak istiyorlar. Müslüman bir ülkede ezan nasıl protesto edilir?” diye kasıtlı haber yapılmış ve sosyal medyada o yönde iletişim ağı kurulmuştu. Daha sonra olayın öyle olmadığı anlaşılmıştı!
Korkmadan ve zihin örgümüzü kirli yığınlarımızdan arındırmış bir şekilde o sorunlarımıza neşter vurmalıyız!
Hiçbir ebeveyn çocuğunun eşcinsel ya da farklı cinsiyet tercihinde bulunmasını istemez! Fakat öyle bir durum ortaya çıktığında ise ebeveynler ikiye ayrılır.
Birinci grup “Biz ne günah işledik de böyle bir şey başımıza geldi, böyle çocuğumuz oldu?” diye kendilerini suçlarlar. Bu grup toplumsal baskı yüzünden hayatı hem kendilerine, hem de çocuklarına zindan ederler. Çocuklarını dinlemeyen, hemen yargılayan, evlatlıktan reddeden, evden ocaktan kovan veya kaçıp gitmesine alt yapı hazırlayan, fiziksel şiddet uygulayanlar bu gruptan çıkar. Kendi utanmışlıklarından kurtulmak, namuslarını temizlemek(!) adına, yaptıkları o eylemler neticesinde çocuklarını daha tehlikeli bir atmosfere, uyuşturucu ve fuhuş bataklığına attıklarını düşünmezler bile…
Ayrıca biz ne günah işledik de bu bizim başımıza geldi derken, bir nevi Tanrıyı da suçlamış olduklarının farkında değillerdir bile! Oysa inandıkları veya o iddiada bulundukları Tanrı, Fatır-18 ve Necm-38’de “Kimse kimsenin günah yükünü çekemez, yüklenmez!” mealinde bir yüce beyan ile kullarına seslenmekte idi!
İkinci grup ise “Her ne koşulda olursan ol, sen bizim evladımızsın ve senin yanındayız yavrum!” mesajını vererek sürece olumlu katkı sunmaya çalışır. Hastalık boyutu varsa, tedavi ettirme cihetine gider. Sosyokültürel açıdan eksik ve yanlış yetiştirilme pozisyonları varsa onları araştırır. Farklı yönelimin neden olduğu faktörleri bulmaya, bilmeye çabalar vs.
Biz gerek bireysel, gerek toplumsal, gerekse devlet politikası ve yönetim anlayışı bazında ikinci grup ebeveyn gibi olmalıyız. Kültürümüzde devlet babadır ve şefkatli, merhametlidir. Çoluğunu çocuğunu yaban ellere tutsak etmeyen baba, mahallesindeki çocuğu başkalarına ezdirmeyen toplumsal yapı, vatandaşını küresel güçlere yem etmeyen bir devlet haklı beklentimiz ve ümidimizdir.
Kromozomlarımız diğer pek çok özelliğimizin olduğu gibi, cinsiyetimizin ortaya çıkmasındaki genetik mirası da taşır. Şunu bilmeli ve asla aklımızdan çıkarmamalıyız ki, bütün insanların genleri %99 oranında ortak! Ve WHO’nun konu ile alakalı kararlarında iddia ettiği gibi “LGBTİ geni var!” hipotezi/savı doğru değildir. Çünkü öyle bir gen yok.(2) Yine her birimizde karşı cinsin hormonları da var. Bunlar bilimsel gerçeklerdir. Kromozomlar organlarımızın şekillenmesini ve görevlerin kodlanmasını sağlarken, hormonların dominantlığı ve işleyişindeki genel performansı da diğer özellikler yanında cinsiyeti ortaya çıkarır.
Genetik olarak dominant (baskın) ve resesif (çekinik) genler arasında/yanında kodominantlık (eş baskınlık) ve ekivalent baskınlık (eksik baskınlık) bulunması, her iki cinsiyete yönelik organları taşıyan bireylerin olması, sakallı ve erkek görünümlü olmasına rağmen rahmi de olup çocuk doğuran kişilerin olması (Tik Tok videoları çeken aşağılık zırtapozları kast etmediğimi biliyorsunuzdur umarım!), yine kadın gibi görünüp erkeğe daha yatkın kimselerin bulunması, gayet normal ve Allah’ın yaratma kurallarının tezahürüdür.
Mutasyonlar çeşitliliği ve türlerin ortaya çıkmasını sağlayan genetik ham maddelerdir. Bize ne oluyor da Allah’ın -sünnetullah- adını verdiği yaratma ilkelerine karşı çıkıyoruz! Hem de yine karşı çıkış argümanlarımızda dini kullanarak!.. Hacısından hocasına, bileninden bilmeyenine hemen her önüne gelen “Lut Kavmi” diyerek, olaya bodoslama dalıyor ve son derece kırılgan ve hassas olan o tarz insanları dışlıyor, soyutluyor! Daha da vahimi, hayatlarına kast edilme riskiyle -bir zındığı, küffarı, mikrobu temizleyip sevaba ereceğim!- beklentisi içinde radikal grupların önüne atılıyor?
Kardeşim normal bir cinsiyet yönelimi ve eğiliminde olmasına rağmen eşcinsellik yapmak ayrı, farklı yönelim tarzı içinde olmak ayrı bir realitedir. Lütfen bunlar doğru anlaşılsın! Hem gay birisiyle para karşılığı birlikte olup, af edersiniz işini gördükten sonra bırakın parasını vermeyi öldüresiye dövülüp kenar köşelere atılmış insanlar yok muydu memlekette? “Yok muydu?” derken, şimdi yok anlamında kullanmadım o sözcüğü. Eskiden onların haberlerini yapan Savaş Ay abileri vardı da bilirdik, görürdük. Şimdilerde yine vardır ama ekranlar, gözler kapatılıyor, görmezden geliniyor. Haklarını arayanı, savunanı bulmak zor olduğu için bilemiyoruz göremiyoruz sadece! Onlarla cinsel birliktelik kuranlar uzaydan mı geliyor?
Öyle bir atmosfer oluşturuluyor ki, asayişi sağlamakla görevli kolluk kuvvetleri bile, onların haklarını koruyunca neredeyse suç işlemiş olacaklar pozisyonuna vardırılıyor iş! Oysa onlar da bu ülkenin vatandaşı, onlar arasından da vergi mükellefi olanlar var. Olmayanlar da alış verişleriyle ülkenin vergi getirisine katkı sağlıyorlar. O halde olaya bu yönüyle aklıselim ölçüsünde bakmalı değil miyiz? Gittikçe magandalığın vandallığın çok fazla kabul görür olduğu, demografik yapının bozulduğu şehirlerimizde, kolluk kuvvetlerine daha fazla güven duyabilmesi gereken o kesimler acaba o duyabiliyor mu? Bekçilerin bu olaylara bakışı nasıl? Sizler gönül rahatlığı içinde bu sorulara olumlu yanıt verebiliyor musunuz? Umarım sağduyu galip gelir…
Yukarıda bahsi geçen bilimsel bilgiler ve bulgulara atfen numara verdiğim hususlara yönelik olarak şu kaynaklardan yararlanmanızı öneririm:
1. İntersex Hermafrodit ve Eşcinsel (Prof Dr Zeki Bayraktar)
2. Yaşamın Sırrı DNA (Prof Dr Bahri Karaçay)
Enes Coşgun 3 yıl önce
Sonraki bölümleri heyecanla bekliyorum.
Hayati Yaman 3 yıl önce