Evet şaşırdınız değil mi?
Bu itirafçı başlık ve yazımın tamamını okuyunca bana hak verecek hatta düşündüklerinizi yazdığımı söyleyeceksiniz.
Hadi başlayalım.
Bir pikniktesiniz ya da sinemada açsanız bir dert açmasanız başka dert!
İnsanlar ne der mesela, buda kendini bulunmaz Hint kumaşı sandı, iyice havalara girdi, sen kimsin, yok ya ben buna çok yüz verdim, ararsa bende onu açmam intikam almış olurum gibi saçma sapan şeyler. Bunlar gibi birçok şey derler ve diyorlar da! İşin özü bunu da herkes biliyor ama ne kadar güzel oynarsanız o kadar sevilirsiniz, ya da öyle sanırsınız öyle işte.
Ne demek istediğimi hepiniz biliyorsunuz ve çok iyi anladınız.
Peki şimdi tekrar düşünelim: Telefonlarımız bizler için ne ifade ediyor? Kolay iletişim aracı mı, güvenlik aracı haline mi geldi, iş yerimiz mi?
Yoksa fark etmeden boynumuza taktığımız modern bir tasmamı? Mesela şarjımız yoksa düşükse ya da her an kapanacak olması bizlerde nasıl bir stres yaratıyor. Hızlı yaşama ve anında yanıt bekleyen toplum yapısı, telefonları adeta yeni bir tutsaklık simgesine dönüştürdü mü bana göre evet.
Birde işin sosyal medya boyutu var tabi. Etrafınızda güzel bir yemeği bile fotoğraflamadan yemeye başlayamayan, bunun için yemeğini soğutan sofrada evet herkes gülsün diye bağırıp sizi aniden çeken, sırf sosyal medyada story çekmek uğruna şöyle oturup güzelce dinlenmeye bile fırsat bulamayan bir sürü kişi geldi aklınıza.
Bakın sözüm her şeyimiz canlarımız olan çocukların güzel hal ve aktivitelerini, özel günlerimizi veya akademik yayın, iş ile ilgili ya da sivil toplum örgütleri ile ilgili bilgi paylaşımları yapanlara değil…. Ama sizin de çevrenizde storyden bıktırıp sessize aldığınız bir sürü arkadaşınız akrabanız var bunu biliyor ama hepimiz saklıyoruz değil mi.
Artık hepimiz bu diyaloglarla karşılaşıyoruz:
- “Sana mesaj attım, dönmedin.”
- “Aradım, neden açmadın?”
- “Çevrimiçiydin ama mesajımı görmedin bile.”
Bu gibi sözlerle hesap vermek zorunda kalıyoruz, çoğu zaman fark etmeden. Oysa kimseye anında yanıt verme zorunluluğumuz yok. Bir mesaja hemen dönmemek ya da bir aramayı yanıtlamamak, nezaketsizlik değil, bazen sadece bir ihtiyaç. Belki o an meşgulüz. Belki zihnimiz yorgun. Belki de sessizliğe ihtiyacımız var.
Modern dünya, bizi hep çevrimiçi olmaya, like atmaya ve sisteme bağlı kalmaya zorlayan hastalıklı bir anlayışı normalleştiriyor.
Telefonlarımız, yanımızdan ayırmadığımız birer “elektronik tutsaklık cihazına dönüşüyor. Daha da vahimi, bu zorlamaları kabul etmeyip kendi sınırlarını koruyan insanlar, kaba ya da ilgisiz olarak ya da cahil olarak damgalanıyor.
Oysa bir düşünün: Aramayı açmadı diye birine öfkelenmek, bir mesajı hemen yanıtlamadı diye iletişimi kesmek, aslında çok daha büyük bir nezaketsizliğe işaret etmiyor mu? Hafta sonu ya da geç saatlerde sizi arayıp sadakatinizi test edenler dahil oluyor mu? birde bunu profesyonellik sanan ve 24 saat telefonum açık diye gezenlere ne demeli kendilerine yazık ettiklerinin bile farkında değiller.
İnsanların her an ulaşılabilir olması gerektiği düşüncesi, onların ruhsal alanına bir müdahale değil mi?
Buraya kadar bile okuyanların çoğu kendine itirafçı oldu bile.
Telefonlar Üzerindeki İş Hayatı Baskısına değinelim birazda,
Bu sorunu sadece kişisel ilişkilerde değil, iş hayatında da görüyoruz. Mesai saatleri bittikten sonra bile aramalar, mesajlar ya da e-postalarla çalışanlara ulaşılıyor. “Ben sırf işimi yapıyorum” maskesinin ardında, aslında çalışanların özel hayatlarına ve ruhsal dengelerine müdahale eden bir tavır gizleniyor. Oysa herkesin bir sınıra ihtiyacı vardır. Dinlenmek, kişisel alanını korumak ve bazen de sadece kendi iç dünyasına dönmek, insan olmanın temel gerekliliklerinden biridir.
Sessizliğin kıymetini hatırlamak zormu?
İnsanlığın büyük düşünürleri filozoflar ve sanatçıları, yalnızlık ve sessizliğin yaratıcılığı beslediğini söylemiştir. Yıllar boyu bu sessizlik, yeni fikirlerin, derin duyguların ve anlamlı dönüşlülerin tohumlarını ekmiştir. Ancak şimdi, bizden her an ulaşılabilir olmamızı bekleyen bir dünyada yaşıyoruz. Bu, yalnızca ruhsal dengemizi bozmakla kalmıyor, aynı zamanda insanlığımızın ve hür irademizin değerini de gizliyor.
İlginç gelebilir ama bunun bazen bir suça dönüştüğünü biliyor musunuz?
TCK 123. maddeye göre kişilerin huzur ve sükununu bozma amacıyla yapılan aşağıdaki üç seçimlik hareketten herhangi birinin yapılması bu suça vücut verir:
- Israrla Telefon Edilmesi,
- Israrla Gürültü Yapılması,
- Israrla Hukuka Aykırı Başka Bir Davranışta Bulunulması.
Israrla Telefon Edilmesi Suretiyle Kişilerin Huzur ve Sükununu Bozma
Suçun bu şekline halk arasında ‘telefonla rahatsız etme suçu’ denilmektedir. İstemediği halde telefon edilerek bir kimsenin özel alanına girilmesinin hukuka aykırı bir davranış olacağı şüphesizdir. Israrla birden fazla kere bir kimsenin telefon ile aranması, telefon aracılığıyla mesaj atılması halinde kişilerin huzur ve sükununu bozma suçu oluşur.
Son söz,
Bir telefona sahip olmak, insanlara bize istedikleri zaman ulaşma hakkı vermez. Kendi sınırlarımızı belirlemek, aslında kendimize ve başkalarına duyduğumuz saygının bir göstergesidir.
Belki de en büyük cesaret, o telefonu sessize almak ve kendi sesimizi duyabileceğimiz bir sessizliğin içine dalmaktır.
Selam ve Saygılarımla…