
Bendeki yol sevgisi çocukluğumda köye giderken başladı. Minibüs öğle namazına müteakiben kalkardı. Günün en sıcak, doğanın en dinç olduğu saatlerde başlardı yolculuk. Cam kenarına denk gelirdim çoğunlukla. Yol bana; tarlalar, çeşmeler, çiçekler, ağaçlar, bulutlar ve otlayan hayvanlar sunardı. Minibüste kimseyle konuşmadığımdan (sanırım anne tembihi böyleydi) mecbur dışarıyı seyrederim. Arada dururduk bir çeşme başında. Su şırıldar, çiçekler titrerdi rüzgarla. Yolu severdim bundan sebep. İçimden neler yazar yazar silerdim gördüğüm manzaralara.
Yine yol düştü payıma sonraki hayatımda da. Daha uzun, daha ağaçlı, daha yapraklı, daha bulutlu, daha çiçekli, daha yorgun yollar hem de. Gurbet ve memleket diye ikiye böldü hayatımı yollar. Siyah ve beyaz gibi, gece ve gündüz gibi... Biraz memlekete benzesin istedim gurbet. Biraz da gurbetin havasını değiştirsin istedim memleket. Bir parçam orda kaldı, bir parçam buralı oldu. Yıllar geçti yüzümden ve saçlarımdan. Çift şeritli örgüsüyle yollar yazgım oldu her zaman.
On beş tatilde yine yollara düştüm. Kuşlar havalandı ben hızla giderken. Tarlalardan göğe, bir çatıdan öbürüne. Hem de sürü halinde. Zaten yol güzel, üstüne bir de kuşlar göğe yayıldılar dalga dalga. Sübhanallah dedim. Çekildi içimdeki toz duman.
Falan men, filan men diye ezberlediğimiz kahramancıklardan bıkmış halime Sinvar adı bir can suyu verdi Afyonda. Bir Türk Bayrağı, bir Filistin Bayrağı, bir Haniyye, bir de Sinvar resmi yanyana asılmıştı bir fabrika duvarında boydan boya. Sabır, şükür, dirayet, iman, cesaret... Tökezlediğimiz ne varsa doğrusunu, aslını ve esasını gösterdi bize Filistin halkı. Ateş içinde gül açar mı? Açtı işte.
Kaç şehir geçtiysem hepsinde balkonlara baktım. Çamaşır asılı balkonlarda hayat izine rastladım. Yoksa gözlerine mil çekilmiş âma gibiydi binalar. İri gövdelerini bozkırın ortasına fütursuzca yaymış, göğe merdiven olma hevesindeki obur binalar. Sezai Karakoç evleri balkonsuz yapan mimarların alnından öpmeye koşa koşa giderken ben onun aksine evlerde balkon, balkonlarda çamaşır arıyorum. Renklileri ayrı, beyazlılar ayrı assınlar istiyorum.
Zaman geçtikçe terkedilmiş benzin istasyonu, taş ve kerpiç evler, dinlenme tesisleri takılıyor gözüme. Kimler yaşadı, geldi, geçti buralardan diye maziyi yoklasam da bir boşluk kalıyor elde. Kapısı penceresi dökülmüş, çürümüş evler; asfalta sürten tekerlek, fren ve gaz sesinden başkasını duymuyor. Terkedilmek zor, terkedilmek Allah’a mahsus oysa. Evet evet, Allah’a mahsus. Namaz kılmayan, Kuran okumayan, oruç tutmayan terk etmiş oluyor Allah’ı. Terk ettikçe çürüyüp gidiyor insanın içi, dışı...
Memleket bana genelde tatil havasıydı. Gelir gelmez soluğu Yeşilırmak kenarında alırdık. Ne güzel olur seyretmesi. Irmak akar, zaman akar, ömür akar, gönül akar usul usul. Kavak akar, söğüt akar, rüzgar akar ılık ılık. Türkü akar, şiir akar, söz akar yanık yanık...
Her yıl daha da yaşlanmış olur tanıdıklar, her yıl daha da eskir evler. Anılar yerini sağlama aldığından eskimez ve eksilmez. Her köşe başı, her kaldırım taşı bir şiir yazar sessizce. Sadece benim anlayacağım bir dilde.
Günler geçer, anıların tozu göğe üflenirken dönüş yolu başını uzatır köşeden. Valizler çıkar meydana, saklandığı yerden. Gelirken havalanan kuşlar sırayla dizilirler elektrik tellerine. Dönüş vaktini haber verirler hal diliyle. Hangi dinlenme tesisinde dursak aynı ayrılık. Aynı özlem, aynı yüzler, aynı kalabalık...
Kâlu beladan beri gurbette olduğumuz gerçeği gelince aklıma, bir şarkı sözünün nakaratı düşüyor dilime. Şimdi neresi sıla, neresi gurbet? Asli memleketime duyduğum heyecan, merak, korku, ümit ve sevgiyle...