Depremde Gaziantep’e ait yıkım, en fazla bu iki ilçesinde yaşanmıştı. Kahramanmaraş istikametindeki fay hattına en yakın bölgelerde kurulmuş olan bu iki ilçenin merkez ve köylerine yerinde dağıtım yapmak için sahaya çıkacaktık…
Depo sorumlumuz “Gelen her Ahbabımızı mutlaka saha etkinliğine de çıkarıyoruz ki, o tecrübeyi yaşasınlar. Hem de doğrudan depremzede vatandaşlarımızın yüreğine dokunsunlar istiyoruz. Akşamdan dağıtım yapacağınız malzemeleri hazır edin arkadaşlar!” deyince farklı bir heyecan sarmıştı bizleri. Gece yarılarına kadar çocuklara, gençlere, yetişkinlere olmak üzere ayrı ayrı kılık kıyafet, ayakkabı kolilerini hazır ettik. Oyuncakları özenle kolilemiştik. Ayrıca bu gibi durumlarda sıklıkla karşılaştığımız “harçlıklarından biriktirilip satın alınmış olan, üzerine sıcacık notların iliştirildiği çocuk hediyeleri” anne ahbaplarımız tarafından daha ayrıcalıklı saklandı. Muhatabına ertesi günkü dağıtımda çok daha özel bir şekilde takdim edilecekti. Bu ayrıntılara tanık olmak, bölgede devam edip giden hayatı bambaşka güzelleştirmekte idi.
Gıda kolileri, konserveler, şarküteri kolileri, su paketleri, kağıt havlular ve temizlik malzemeleri her aracımızın -olmazsa olmaz- yardım malzemeleri olarak, başköşedeki yerlerine akşamdan kuruluyordu.
Depomuzdaki büromuzun camında asılmış olan, üzerindeki bir hayli köy ismi yuvarlak içine alınmış olan Gaziantep şehir haritasının işlevini daha iyi anlıyordum. Çünkü depo sorumlumuz sahada sorun yaşamamamız için bölge halkının hassasiyetlerini ve bizlerin Ahbap değerlerini hatırlatmak üzere, bize ayaküzeri kısa bir brifingle eğitim verirken o haritaya işaret ediyor ve gideceğimiz yerleşim yerlerini bildiriyordu. Döndükten sonra gittiğimiz köylerin, yerleşim yerlerinin de yuvarlak içine alınacağını belirtiyordu.
Savaş alanındaki karargahta masaya yatırılmış haritada mevzileri tanıtan, güçlü ve zayıf yönlerimizi belirten, cephaneliklerin nerelerde olduğunu bildiren Anafartalar kumandanı ve askerleri gibiydik. O tarihsel anı canlanmıştı gözlerimizin önünde…
Depo sorumlumuz tarafından, önceden ayarlandığı için sahada bizlere jandarma görevlileri de eşlik etmişti. Çünkü koordinasyon bozukluğuna sebep açabilecek kargaşa veya yağmalama olayları da yaşanmaktaymış!
Dağıtım sırasında önceliği çocuklara ayırıyorduk. Köy meydanlarına veya çadır yerleşim alanlarındaki meydanlara U düzeni şeklinde malzeme kolilerimizi diziyorduk. Çocuklarımız sırasıyla giyim kolilerinden başlıyor kırtasiye, oyuncak ve yiyecek içecek kolilerinden çıkıyordu!.. Çocukların gözlerindeki ışıltı ve mimiklerine yansıyan sevinç, ay ve yıldızların gökyüzünden düşüp avuçlarımıza konması gibiydi…
Ekibimizdeki Defne kızımız, katıldığı yemeğin damak tadını kendine özgü bir lezzetle arttırırken çeşitli sağlık ve hazım problemlerinin de önüne geçen, defneyaprağının bize ve ekibimize aksetmiş tezahürü idi adeta!.. Bölgedeki 12-16 yaş arası kız çocuklarını etrafına toplar, onlara özel hazırlanmış hijyen kitlerinin dağıtımını yapardı. Hem sağlık problemlerinin önüne geçmek, hem de son derece normal fizyolojik ve metabolik bir olay olan regl döneminin, ayıp(!) ve utanç(!) algısına büründürülerek yetiştirildiği kadınımızı ve kızlarımızı altında bıraktığı kültürel enkazdan çıkarmaya çalışan yeşil yelekli, yeşil kalpli Ahbap idi Defnemiz! Toplumsal açıdan bütünüyle üzerimize yıkılmış olan bu saçma öğretinin beton bloğunu tek başına omuzlamış söküp atmak ister gibiydi, yılmayan mücadelesiyle! Yanındaki anne ahbaplar ise yine son derece önemli ihtiyaçlardan olan iç çamaşırlarını bölge kadınlarımıza dağıtmaktaydılar…
Bizler temizlik malzemeleri ve gıda kolilerini dağıtıyorduk. Bir nebze de olsa insanlarımızın kalbine dokunuyor, onlara yalnız ve kimsesiz olmadıklarını hissettirebiliyorduk!
-Benim buna ihtiyacım yok. Diyerek bizim ayrımcılık yapmama adına eşit dağıtmaya çalıştığımız ürünü bırakan koca yürekli çocuk, genç ve yetişkin insanlarımıza mı rastlamadık?
-İkinci kez sıraya gireni biz uyarırız, siz rahat olun kardeşlerim diyen köy büyüklerine, muhtarlarımıza mı rastlamadık?
-Otokontrol sistemiyle çadırlarında stok yapanları gizli gizli uyaranlara, bazen de istenmeyen tartışmaların yaşanmasına mı tanık olmadık?
-Sıralı şeklide kurulmuş çadır öbeklerini sırasıyla gezerek dağıtım yaptığımız esnada, bir süre sonra aynı kişiyi yeniden görme talihsizliğine tanık olarak, neredeyse her durakta bizden bir şeyler almaya çalışan kimselerin kalbini kırmamak için sabır taşı mı olmadık?
-Çadırlarına dağıtım yaptığımız hane halkının son derece içten ikram teklif ve önerilerine mi tanık olmadık?
-Biz onlara -kendilerine yardım için yanlarında olduğumuzu- belirtmiş olsak da onlar “Ama biz hep böyle değildik, kendimizi dilenci gibi hissetmek istemiyoruz. Lütfen bizi kırmayın.” diye gani gönüllü bölge halkının bir şekilde karton bardakta bizlere sunduğu çayları mı yudumlamadık?
-Sesi gür ve sözü çok çıkanın hep haklı olduğunu zannetmemize, onları daha çok ihtiyaç sahibiymiş gibi düşünmemize neden olan, bir davranış psikolojisine bürünmüş nice kişilerin, aktörlere taş çıkaran rol kahramanlıklarına mı tanık olmadık?
Hele bir anım var ki, onu anlatmadan geçemeyeceğim!
Dağıtımdaki ilk durağımız olarak altı çadırdan oluşan küçük bir çadır obasında durduk. Bir teyze yanında 8 - 10 yaşlarında bir kız çocuğuyla birlikte geldi. Ve “Benim bu kızım çok üzülüyor. Boyu büyük diye ona hiç kimse oyuncak vermiyor. Varsa oyuncağınız, benim kızıma oyuncak verin. Hatta gerekirse başka hiçbir şey vermeyin bize!” dedi.
Oyuncak kolilerimiz aracımızın ön tarafında idi. Yan kapıları açtığımız anda pek çok kolinin düşme tehlikesi vardı. O nedenle yan kapıları da açamamıştık. O teyzeye ve torununa oyuncak dışında yardımları yaparken bir de söz vermiştik! “Sana döneceğiz ve mutlaka geleceğiz!”
Ben bir an irkilmiştim o sözü duyunca! “Ya unutursak ve gelemezsek, o kızcağızda bırakacağımız güvensizlik tahribatının boyutlarını düşünmek dahi istemiyordum!”
Kimselere bir şey dememiştim ama akşama kadar aklımdan çıkmıyordu o söz… Dağıtımın sonlarına gelmiştik artık, depoya dönecektik. Telsizlerimizden bir anons duyduk. “Ekip, sabah söz verdiğimiz o kızımızın oyuncaklarını vermek üzere ilk durak yerimize gidiyoruz. Anlaşıldı mı?”
Aman Allah’ım! Aracımızdaki dört kişi meğerse hep aynı şeyi düşünüyormuş. Ve anons geçer geçmez bir anda hepimiz gözlerini gezdirdi birbirimizin gözleri üzerinden. Alev gibiydi onlar ama kimseyi yakmıyordu! Üşüdüğümüzü unutmuştuk o anda, gözlerimizden yayılan alevlerin sıcaklığı, sımsıcak etmişti bütün bedenimizi… Arif cevapladı anonsu, “Oleyyy. Anlaşıldı tamam. Sizi takipteyiz!”
Yolumuzu uzattık, yemek saatimizi geciktirdik, dönüş süremizi geciktirdik ve son derece şiddetli yağan sağanak yağmura yakalandık ama anne ahbaplarımız ve Defne kızımızca, kendisi için özenle saklanmış olan oyuncak pelüş ayıcığı ve pembe panteri o kızımıza teslim ederek bir gönlü daha tamir ettik. Hem de umudumuz olan bir küçücük gönlü…
Daha Allah‘tan ne isteyebilirdi ki bu gönül, İslahiye ve Nurdağı eteklerindeki köyleri gönül dağına dönüştürüp gezerken…
Adem KURUN 2 yıl önce
Hayati Yaman 2 yıl önce