Tatil sürecinde “Eğitim Sorunları” dosyamızı da tamamlayacağıma dair söz vermiştim. Dosyaya bir hayli ara verdiğim için nelerden bahsettiğime ve nerede kaldığıma dair geçmiş yazılarıma şöyle bir göz attım. Şu ana kadar on iki paylaşımda bulunmuşum ve okullardaki fiziki ve teknolojik donanım sorunlarını, derli toplu, işlemem gerektiği eksikliğini görmüş oldum. Faydalı yönlerini de dile getirerek, o eksiklikleri belirteceğimi beyan etmek isterim.
Bundan sonraki paylaşımımda ise kaliteyi artırma adına bir takım önerilerde bulunacağım. Son olarak Yüksek Öğretime dair problemlerimizi de, dışardan bir gözlemci olarak, değerlendirip dosyamızı tamamlamak istiyorum.
İsraf konusu gündemimize girdiği anda, toplumun bütün katmanları pastadan büyük dilimi yeme içme hususundaki müsrifliğe ayırır. Çünkü “yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz” ayeti neredeyse bütün toplu yemek organizasyonlarında dua eden şahıslarca/hocalarca okunur ve halkın belleğine kazınır. Oysa biraz tefekkür eden bir zihnin ise, israfın diğer alanlarda yaşananlarına da dikkat kesilir. Hatta nice insan görünümlü mahluklar için -oksijen israfı- tanımlaması yaptığımız da vakidir.
Bu girişi şunun için yaptı değerli okurlarım:
Birkaç gün öncesinde anma yıldönümünü yaşadığımız yıkıcı 17 Ağustos 1999 “Marmara Depremi” sonrasında geçici olarak devreye sokulan ve daha sonra kalıcı olan -Eğitime katkı payı- adında yeni bir vergi kalemimiz olmuştu. Sonra toplanan o vergiler eğitime harcanmayıp, bütçe açıklarına yama edildiği için bir yaraya merhem olmamıştı. Ardından “Eğitime %100 Destek” kampanyası başlatan, yeni yasal düzenleme ile iş adamlarına yönelik çağrıda bulunan devlet, “Okul yap, vergiden düş!” uygulamasını başlattı. Zengin kişilerden bu yasaya bağlı kalmaksızın okul yapan ve MEB’e bağışlayan hayırseverler her dönem vardı oysa. Lakin bu vergiden düşme işi, bir kısım zenginlerimizin öyle işine gelmişti ki anlatamam! Çünkü okul yaparken hem maliyet harcamalarını yüksek faturalandırıp, şirketlerinin ödemesi gereken vergiyi düşürüyor, hem kendi şirketleri bünyesinden mal alıyor, hem şirketi bünyesindeki inşaat aş’ye okulları inşa ettiriyor. Zincirleme kazancın yanında hepsinden önemli olarak hem de -hayırsever- unvanı alıp, devletin her kademesindeki kapılarını kendisine ardına kadar açmış oluyordu! Bu kişilere yılda bir kez rutin olarak düzenlenen devlet törenlerinde Cumhurbaşkanları “üstün hizmet madalyası” dahi takdim ediyordu. Dikkat edin, son iki cümlemin yüklemi –di’li geçmiş zamanla bitti… Çünkü son derece ballı kaymaklı bir kazanç uygulaması artık yok, yanılmıyorsam 2007 yılına kadar sürmüştü!..
Devletin asli görevi olan okul yapma ve vergi toplama işlevindeki israfın bütün boyutlarını gözlemlemek mümkün! Uygulamadaki garabet açıkça görülüyorken, buradaki amaç ne o zaman?
İşadamı normal vergisini ödediğinde, hazineden ayrılan paydan okula sıra gelmeyeceği için en azından doğrudan ve hızlı bir şekilde okul hizmeti halka yansıtılmış olacak!
Peki o şahsın kazandığı(!) haksız itibar, adaletsiz ayrıcalıklar, hak etmediği unvanlar, okullara verilen isimleri ile okulun özelleşmesi durumunda o isim üzerinden, okul müştemilatının taşınır taşınmaz bütün mal varlığının, o aileye öncelikli olarak verilmesini öngören protokoller ne olacak? Boş ver canım onları… İsraf tenceresinin dibi sünnetleniyor da farkında değiliz! Görev yaptığım okullarda bu yazdıklarıma dair tek tek örnek verebileceğim yaşanmışlıklarım var, afaki bilgiler değil yazdıklarım!
Bu uygulamaya son verildikten sonra ne oldu? “Kene gibi kanımızı emerken, bir de kazandığı itibarla üstümüze çıkıp tepinenlerden kurtulduk oh be!” diyebildik mi? Ne mümkün!
Hükümetimiz tarafından rantiyeciliğin ve köşe dönmeciliğin nirvanası “İnşaat Ekonomisi” keşfedildikten sonra okullarda da inşaat ekonomisi alıp başını gitmişti… Kaçıncı taşeron firmanın inşa etiğini bir türlü bilemediğiniz ustalarca yapılan okullar devreye girmişti artık! Yandaş müteahhitler zirvede çok yüksek bedelden ihaleyi alıyor, elini sıcak sudan soğuk suya sokamadan alt kadroya, o daha alt kadroya derken yine beş liralık iş, beş yüz liraya çıkmış oluyordu! Para kimin?
O paranın sahibi halk israfın hesabını sormak yerine, “size şu şu okulları yaptık ve hizmetinize sunduk” diye kürsüden nutuk atan yerel ya da genel siyasetçiye alkış tutuyordu!
Bu süreçte okulların en önemli paydaşı olan öğrencilerin ihtiyaçları dikkate alınıyor mudur, öğretmenlerin okul yöneticilerinin görüşleri soruluyor mudur sizce? Sorulsa, eğitim süresi dört yıla indirilmiş olan İlkokul binası dört katlı, hatta konferans salonları ile beş katlı yapılır mı hiç Allah aşkına? Ortaokul binaları dahi dört, beş katlı olmaması lazım değil mi sizce?
Büyük şehirlerde bina yetersizliği had safhada iken, taşrada planlama yapılmaması veya planlama hatası nedeniyle, göçlere bağlı olarak nüfustaki azalma neticesinde boş derslikler, hatta bütünüyle okul katları dahi var.
Pandemi süresince okullar yüz yüze eğitime kapalı iken yapılmayan bina yıkım, yeniden yapım, tamirat ve tadilat işlemlerinin yüz yüze eğitime geçilmesiyle paralel yürütülmesi evlere şenlik bir uygulamadır. Halen tamamlanamamış okul fiziki donanımları mevcuttur. Uygulamadaki bu çarpıklık ve planlama hatası taşımalı öğrenciler başta olmak üzere öğrencilerin tamamını mağdur etmiştir. İkili eğitime geçilmek zorunda kalınmış, seyreltilmiş sınıflar, bir anda aşırı kalabalıklara boğulmuştur. Köy ve kasabalardan gelen taşımalı öğrencilerden sabahçı çocuklar çok erken vakitte evlerinden ayrılırken, öğlenci çocuklar ise akşam çok geç vakitte evlerine dönmek zorunda bırakılmıştır. Bir de yarım gün eğitim aldıkları için yemek ihalesi yapılmadığından, çocuklara yemek verilmemiştir. Bu durum, çocuklarımıza ne denli değer verdiğimizin(!) hazin görüntüsüdür.
Dahası;
-Bir bakıyorsunuz bir okulun bütün kapı pencereleri değişimi yapılıyor, ertesi yıl bina yıkım kararı alınmış!
-Bir bakıyorsunuz kazan daireleri de değişmek üzere, okulun bütün kalorifer tesisatı elden geçirilmiş, hoppala ertesi yıl doğalgazla ısınmaya geçilmiş!
-Doğalgazla ısınmaya başlayan okul için daha sonraki yıl, yıkılıp yeniden yapılma kararı alınmış!
-Okullara Bakanlıkça projektör cihazları gönderilmiş, onların kullanılabilmesi için teknik alt yapı çalışmaları tamamlanmış, hop ertesi yıl o okula akıllı tahta donanımı başlatılmış!
-Yoğaltım veya demirbaş düşümü yapılmamışsa, okulların depo ve bodrumları teknoloji çöplüğü konumundadır hala! İnanın tüplü tv, tüplü monitör, klavye, bilgisayar kasası, projektör, fotokopi makinası, … ile doludur!
-Okulların fiziki donanım eksiklerinin gideriliyor olması iyi ama israf, soygun ve yandaş kayırma düzeninden vaz geçilerek yapılması ahlakın gerekliliğidir…
-Okulların teknolojik donanımının gideriliyor olması, internet alt yapısına kavuşturulmuş olması ve akıllı tahta uygulaması iyi ama o malzemelerin ihalelerindeki kayırmacı anlayışın ve yüksek maliyetle temin edilerek devletin zarara uğratılması uygulamasından vaz geçilmesi ahlakın gerekliliğidir...
-Her okula ve her dersliğe Akıllı tahta bağlanması, her öğrenciye tablet dağıtılması devletin eğitim politikasına dönüştürülmüş olarak sunulması iyi ama vaatlerin yerine getirilemeyip seçim yatırımı olarak bırakılmaması ahlakın gerekliliğidir…
-Okulların açılışı ile birlikte ders kitaplarının hazır edilmiş olması iyi ama o alanda karşımıza çıkan tekelleşme ve her yıl yenilenen kitaplarla kaynak ve kağıt israfının önlenememiş olması büyük bir zaaftır...
Yiyiniz içiniz ama yiyip içtiklerinize uzanan yollarda da israf ve haramdan kaçınınız anlayışının hakim kılınması temennisiyle bizi yeniden formatlar mısın Allah’ım?
Enes Coşgun 2 yıl önce
Hayati Yaman 2 yıl önce
Adem KURUN 2 yıl önce
Hayati Yaman 2 yıl önce
Hümeyra 2 yıl önce
Hayati Yaman 2 yıl önce