Eğitim sorunları dosyamıza kaldığım yerden devam ediyorum. Ortaokul düzeyine ilişkin görüşlerimi izah ettiğim “Orta” başlıklı sunumumdan sonra Lise dönemi ile devam edelim.
Başlığı özellikle seçtim ki, MEB’in en üst eğitim kademesi olan Lise döneminin MEB bünyesindeki karşılığının Ortaöğretim olduğu herkesçe bilinsin istedim! Lise dönemi ve Ortaöğretim biraz yadırganabilir ama öyle! Çünkü Eğitim bütünselliğinin Üniversite eğitimini kapsayan Yükseköğretim dönemi de var işin sonunda. Ama Yükseköğretim MEB’e bağlı değil, YÖK’e bağlıdır. Üniversite eğitimini masa yatırınca konuya değiniriz ama yeri gelmişken değinmeden geçemeyeceğim! YÖK de, 12 Eylül Askeri Darbesi sonrasında kurulmuş antidemokratik bir kurumdur. Bağımsız ve özgür olması gereken üniversitelerin başında “Demoklesin Kılıcı” gibi sallanır.
Bir tespiti daha dikkatlerinize sunarak mevzuya geçelim. Bildiğiniz gibi öğrencilerin 8. Sınıfın sonunda girdikleri Liselere Geçiş Sistemi (LGS) sınavı MEB bünyesindeki okullara öğrenci seçtiği için o sınavı MEB yapmaktadır. Fakat öğrencilerin 12. Sınıf sonunda girdikleri Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) ile üniversitelere öğrenci seçileceği için, hayatın diğer alanlarındaki sınavlarda olduğu gibi, o sınavı ÖSYM yapmaktadır.
Şimdi geçelim Lise eğitimi sorunlarına!
Bir kere eğitime kafa yoran, toplumsal anlamda ortaya çıkardığı sorunları gören herkesin neredeyse ortak kanaati “Lise eğitiminin zorunlu olmasının kesinlikle gereksiz ve anlamsız olduğu!” yönündedir, onu belirtmeliyim. Ayrıca zorunlu yapılmasındaki amaç ve kaygının, eğitim açısından çok -genç nüfusun işsizlik oranlarına yansımasının önünü kesmek, gençlerin iyi kötü kontrol altında tutulmasını sağlamak- olarak planlandığını düşündürmektedir! Açık Lise ve Mesleki Eğitim Merkezleri üzerinden lise eğitiminin tamamlanması imkanı sunularak yaşanan bir takım problemler aşılmaya çalışılsa da sahadaki sorunlar ‘zorunlu olmamalı’ kanaatini pekiştirmektedir. Çünkü okumayla ilgisi ve alakası olmayan çocukların dört duvar arasındaki sıralara mecbur ve mahkum edilmesi hem onlara, hem öğretmenlere, hem de diğer öğrencilere zulüm olmaktadır. Her ne kadar başlangıçta idealist düşünse bile bir süre sonra kendisini gardiyan gibi hisseden öğretmenlerin o sınıflardaki motivasyonu haliyle düşmektedir. Düşük motivasyonlu ve ayakları o sınıfa gitmek istemeyen öğretmenin verimsizliği, üzülerek belirtmek gerekirse, sınıfa komple yansıyabilmektedir!
Gelelim liselerde dört yıllık eğitim verilmesi meselesine! Artık o şekilde kategorik ayrıma tabi bir lise olmasa da “düz lise” diye adlandırılan liselerde lise eğitimi, 2005 yılına kadar üç yıllık eğitimle tamamlanmaktaydı! Anadolu Liseleri ve Süper Lise diye adlandırılan liseler, ilk yıllarında İngilizce Hazırlık Eğitimi verdiği için dört yıllık eğitimle tamamlanırdı. Yani onların müfredatı da aslında üç yıllık eğitimle tamamlanmakta idi. Müfredata yeni konular eklenmemesine rağmen, hatta her derse yönelik müfredatta seyreltilme yaşanmış olmasına rağmen ne oldu da liseler dört yıla çıkarıldı? Üstelik ders dışı etkinlikler ile artık bir yıl oluşturulmamasına rağmen, İngilizce ders saatleri arttırılıp hazırlık sınıfı da ortadan kaldırılmış olmasına rağmen üç yıllık eğitim niye dört yıla çıkarıldı? Bu anlaşılamamıştı, fakat artık köprünün altından çoook sular aktığı için eski şaşkınlığını kaybetmiş durumdadır.
Bu durum, öğrencide bir yaşın getirdiği muhakeme kuvveti ve yorum kabiliyetini geliştirmiş olması açısından olaya bakılarak değerlendirilirse, -dört yıllık eğitim kabul görür- diyebiliriz. Lakin uygulamadaki aksaklıklara bakarsak -su götürür- diyebilmekteyiz. Çünkü burada da ‘herkesin bildiği sır(!)’ devrededir de ondan…
Bildiğiniz gibi liselerin son yılı kısmen, ikinci dönemi ise neredeyse komple son sınıf öğrencileri açısından yok gibidir. Rapor, izin, Bakanlık kararı ile verilen ekstra devamsızlık hakları neticesinde çocuklar sınava hazırlık adıyla okullardan kopmaktadır. Bu durumu bilen öğretmenler de yine ‘herkesin bildiği sır(!)’ kapsamında mümkün olduğunca erkenden müfredatı bitirme gayreti içindedir. Anlayacağınız siz liseleri yine fiilen üç ya da maksimum üç buçuk yıl gibi düşünebilirsiniz.
O halde şaka gibi ve gülünç bir uygulamaya dönüşmüş olan bu sorunu şöyle aşmak mümkündür diye düşünüyorum! Müfredat açısından Eğitim yine üç yıl olsun ama lise dönemi, son yılı tamamen üniversite hazırlık yılı olarak sürdürülüp, dört yılda tamamlansın…
Ayrıca lisenin son yılı üniversiteye hazırlık yılı olarak tamamlanırsa, dershanelerin kapatılmasından doğan açık da giderilmiş olacaktır. Bu noktada “Şimdi açık mı var da, öyle dediniz hocam?” diyebilirsiniz. Olaya şu açıdan yaklaşılsın istiyorum. Dershanede satın alınan öğretim hizmetinin maddi karşılığı ile her dersten yararlanabilen öğrenci, artık sadece bir ders için o masrafı yapmak zorunda kalıyor. Neticede hazırlık aşamasındaki maliyetlerde anormal bir artış yaşanıyor. Pek çok öğrenci o hizmetten yararlanamadığı için fırsat eşitliği ortadan kalkıyor. Ara formül olarak özel “Etüt Merkezi” adı altında paket program uygulamaları, Halk Eğitimi Merkezi bünyesinde açılan hazırlık kursları, MEB bünyesindeki okullarda hafta sonu uygulanan Destekleme ve Yetiştirme Kursları (DYK) açılıyor olsa da, öğrencilerin özel hazırlık talepleri tam olarak karşılanamıyor! Büyük bir olasılıkla o şekilde bir uygulama ile son yılını dilediği merkezde kontrollü bir şeklide hazırlık yaparak geçirip, dört yılda lise diploması almaya hak kazanmış olması daha sağlıklı olacaktır diye düşünüyorum.
Bir diğer mevzu sınıf mevcutlarının çok kalabalık olması. Şimdi kırk elli kişilik sınıflarda eğitim görmüş kuşağın temsilcisi olarak, enine çizgili tişört giyen dayılara görüşünü sorsak, -halinize şükredin diyeceklerdir- ama kazın ayağı öyle değil! Adam yerine konmadan yetişmiş olanlarla, özgüvenli ve değerli yetişmiş kuşakların bir olaya aynı bakması mümkün değil. Kuşakların anlaşamamasındaki temel sorun da bu zaten.
Günümüzde son derece bam bal yetişen çocuklar, anaokulunda neredeyse aldığı nefes kayıt altına alınarak önemsenip o şekilde okul hayatına başlarken, liseye geldiklerinde yönetmelik gereği 30-34 kişilik sınıflarda ders görmeye başlıyorlar! Bu sayılar MEB’in belirlediği rakamlardır. Dolayısıyla bu sayılar, özel ilgiye alışık yetişmiş bazı öğrencilerin arada kaybolmasına ve özel yetilerinin körelmesine neden olarak mezun edilmesine sebep olmaktadır. Bireysel öneme ve değere bir hayli yaktın bir ev ve okul ortamında yetişen çocuklar, liseye gelince arada kaynayıp kaybolabiliyor maalesef!
Hatta bazen veliler -Çocuğumuzu tanıyamaz hale geldik. Onu kaybetmekten korkuyoruz- diye yakınabiliyorlar da! Lisede sınıflar yükseldikçe öğrencilerin konuşma, söz alma, fikrini dile getirme, hak arama özellikleri bariz bir şekilde azalmaktadır. Ortaya çıkan bu durumda, ergenliğin getirdiği biyolojik, fizyolojik ve psikolojik bir takım değişikliklerin de etkisi var kuşkusuz! Lakin ben olaya yine de, üzerinde düşünülmesi gereken bir durum olarak bakıyorum.
Öğretmenin 34 kişilik sınıfta ve 40 dakikalık bir derste her öğrenciye ayıracağı zamanı, göstereceği ilgiyi varın siz düşünün! Kaldı ki dersliklerdeki öğrenci mevcudunun azaltılması durumu, öğrenci eğitimi açısından son derece önemli ama hep ihmal edilen bir zorunluluk olduğu gibi, öğretmen istihdamındaki en büyük sorun olan atanamamış öğretmen problemini de ortadan kaldırmaya yönelik atılması gereken en önemli adımdır!
Siz değerli okurlarımı sıkmamak adına, Liselerinin sorunlarına bir sonraki sunumla devam edelim olmaz mı?
Bütün okurlarımızın, idrak etmekte olduğumuz Ramazan Bayramını içtenlikle kutluyor ve esenlikler getirmesini diliyorum.
Hayati Yaman 3 yıl önce
Adem KURUN 3 yıl önce
Hayati Yaman 3 yıl önce
Feyza Zeynep Tural 3 yıl önce