Türkçe Konuşmak Yasak

Türkçe Konuşmak Yasak
09-02-2025

Yaklaşık bir buçuk aydır Durmuş Ali abimi ortalıklarda göremedim. Ne oldu kaldı diye bayağı meraklandım. Gerçi en son gördüğümde turp gibiydi. Bazen insan aniden rahatsız olabiliyor. Belki de öyle bir şey olmuştur diye hemen telefona sarıldım.

Yenge hanımdan öğrendiğime göre; çok şükür bir şeyi yokmuş. Son günlerde her şeye sinirleniyormuş. Adeta evde terör havası estiriyormuş. Nedenini ev halkı da bilmiyormuş. Yenge hanım, Durmuş Ali abimin yeni cep telefonu numarasını verdi. Gidecek parayı düşünmeden hemen cep telefonundan aradım. Nihayet onun sesini işitebildim. Hofgarten’de dolaşıyormuş. Jan Wellem Platzt durağında buluşalım diye kararlaştırdık. Derhal buluşma yerine hareket ettim.

Tranvaydan indim. tam indiğim kapının karşısında Durmuş Ali abi, tebessüm ederek duruyordu. Sarıldık. Özlemiştim. Koçlar gibi kafalarımızı tokuşturduk. Birbirimizin sırtını sıvazladık.

“Neredeydin yahu Durmuş Ali abi?” diye yüksek perdeden sorunca; yanımızdan geçen genç bir adam;

“Almanca konuşun!” diye bağırdı. Hiç yüzümüze bakmadan yanımızdan uzaklaştı.

Bu durum karşısında Durmuş Ali abinin yüzündeki tebessümler yerini gerginliğe bıraktı. “Aldırma!” dedim. Yan yana durarak Königsallee’ye doğru yürüdük. Kürklü bayanların şık giyimli beylerin gezdiği bu sokakta, hiçbir mal almasak da vitrinleri izlemeden dolaşmak istiyorduk. Boyunlarındaki incilerin tam ortasına at nalı gibi haçlarını takan narin bayanlar, çeşit çeşit boydaki köpekleriyle vitrinlere bakıyorlardı. Yüksek topuklu ayakkabılarının üzerinde pek rahat olmadıkları her hallerinden belliydi. Onların yanına biraz yaklaşınca, keskin parfüm kokuları burnumuzun direğini sızlatıyordu. Bu çıt kırıldım narin bayanların yanında ise bazen kart zamparalar boy gösteriyordu. Gerçi biz onların, onlarda bizim ilgimizi çekmiyordu.

Sanki bütün nazik hanımlar bu bulvarda geziniyordu. Bu bulvar vitrinleriyle, sokağında dolaşanlarıyla bu şehrin her türlü moda sergileme alanıydı. Güzel bir bayan şişkin göğsüne bastırdığı küçücük köpeğinin uzun tüylerini okşuyordu. Köpeğin hoşuna gitmiş olacak ki, ağzını açıp, kadının yanağına yaklaştırdı ve diliyle ona bir öpücük kondurdu. Böyle bir beleş öpücüğü yanağında hisseden kadın, eğilip onun ağzından öptü. Tam o anda biz de Durmuş Ail abinin son günlerde nelerle uğraştığını konuşuyorduk.

Yanımızdan beş altı sarışın genç, bilmediğimiz başka bir lisanla bağıra çağıra konuşup geçtiler. Onların konuşmasından bizler rahatsız olmadık. Onlar biraz uzaklaştıktan sonra; yanındaki silindir şapkalı kart zamparadan güç kuvvet alan, köpeği korkmasın diye şişirilmiş göğsüne iyice bastıran bayan, bize dönerek;

“Burası Türkiye değil! Burası Almanya. Türkçe konuşmayın!” diye azarladı.

Bizim cevabımızı beklemeden burnunu havaya kaldırıp, kart zamparası ile yanımızdan hızla uzaklaştılar. Bu sefer ben de çok sinirlendim. Bağıra çağıra yüksek sesle konuşup geçen gençlere bir şey diyemeyen kadın, bizi gözüne kestirmişti her halde. Durmuş Ali abi arkalarından yürü gibi yaptı. Ceketinden tutup kendime doğru çektim. “Boş ver!” deyip tekrar konuşmamıza daldık. Durmuş Ali abi anlatmaya başladı.

“Geçenlerde Karstad ile Kaufhof arasındaki trafik lambalarında yaşlı bir kadın gördüm. Iki elinde de ağzına kadar dolu alışveriş torbaları vardı. Torbalar ona ağır geliyordu. Bu torbalar ile karşıya geçerken düşebilirdi. Oğluma, şu yaşlı kadının torbalarını karşı tarafa kadar taşır mısın diye söyledim. O yaşlı kadın, titreye titreye bize dönerek; “Türkçe konuşmayın!” diye bağırdı. Donduk kaldık. Yeşil lamba yanınca yanımızdan sallana sallana çekip gitti.

Hani derler ya... Tam küfür edilecek yer diye: Ama ben terbiyemi bozup küfür etmedim. Fakat, çok sinirlendim. O sinirim akşama kadar geçmedi. Öfkeli bir şekilde akşam evime geldim. Bir de ne göreyim: Kızım Fatma ağlıyordu. Çok sinirliydi. Ne oldu diye sorunca; okulun koridorunda Türkçe öğretmeni ile bir mesele hakkında Türkçe konuşuyorlarmış. Onların yanından geçen Protestan din dersi öğretmeni; “Ciddi olarak söylüyorum. Türkçe konuşmayın! Burada ancak Almanca konuşulur!” diye haykırmış. Bizim Fatma’da;

“Bay Hess, siz geçen gün iki Yunanlı çocuğa Yunanca konuşabilirsiniz dediniz amma” demiş. Bay Hess sırıtarak;

“O zaman sen de Yunanca öğren!” demiş ve çekip gitmiş.

Bu durum karşısında Türkçe öğretmeni kıpkırmızı olmuş. Çocuğun yanında cevap verememiş. Fatma, öğretmene bakmış bakmış ve sert adımlarla oradan uzaklaşmış. Kızımla bu konu üzerinde konuşurken, küçük oğlan televizyonu açtı. Değişik kanallarda gezinirken, Federal Alman Meclisindeki bir oturum gösteren bir kanala gelince, durmasını söyledim.

Avrupa Birliğine Türkiye’yi almak için bir oturum düzenlenmiş. Değişik partilere dahil bazı Alman milletvekilleri görüş belirtiyorlardı. Sanki ayrı ayrı partilerdeki milletvekilleri Türkiye’ye karşı ağız birliği etmişlerdi. Türkiye’de azınlıklar varmış. Bunlar ana dillerini öğrenme, konuşma ve eğitim, haklarına sahip değilmiş. Bu hakların onlara verilmesi gerekiyormuş: Yoksa Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılması imkansızmış.

Halbuki Federal Almanya’da üç milyonun üzerinde yaşayan Türk var. Türklerin ana dillerini öğrenmeyi savsaklamak için ellerinden gelen her türlü yolu denemekteler. Türkçenin iletişim dili veya ilgi alanından çıkarılması için yapılan çalışmalar, engellemeler meydandadır. Her yerde Türkçe konuşmalara dayanamaktadırlar ve Türkçe konuşanı görünce azarlamaktadırlar. Federal Almanya anayasasına ve kanunlara rağmen; bazı kıt anlayışlı zorbalar tarafından Türkçe konuşmak yasak! Anladın mı?” dedi. Bir müddet sessiz kaldık ve yürüdük, yürüdük. Yolu buluncaya kadar yürüdük.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?