
Krizin uzun vadeli nedenleri neden halen tartışmalıdır? Bu yazıda tekrar AB kamu borcu krizine geri dönerek krizle ilgili bazı önemli çıkarımlar yapıyorum. 2009 yılında Yunanistan’da patlak veren ardından İrlanda, Portekiz, İtalya ve İspanya gibi bir dizi çevre AB ülkesinde gözlemlenen sürdürülemez aşırı kamu borçları AB entegrasyonunda Ekonomik ve Parasal Birliğin sürdürülebilirliği konusunda endişelere neden olmuştu.
Bazı yazarlar sorunun ABD’de 2008 yılında patlak veren global finansal kriz ile ilişkilendirmişti. Bu argümanın temelinde ABD’de finansal yatırımları olan bazı önde gelen AB finansal kuruluşların ABD finans sisteminde mortgage kredilerinin geri ödenmemesinden dolayı zarar ettiği yer almaktadır. Bu faktör her ne kadar dışsal olarak haklı bir gerekçeye dayansa da bazı yazarlar sorunun AB sistemi içerisinde rekabet gücü düşük olan çevre AB ülkelerinin içsel dinamiklerine bağlamaktadır. Örneğin, İrlanda ve İspanya’da inşaat sektörleri oldukça hızlı büyüyerek borç dalgasını güçlendirmişti. Finansal kriz teorisinin temelinde yer alan bu argümana göre, inşaat sektörlerinin borç dalgasını güçlendiren finansal genişleme ile aşırı hızlı büyümesinin ardından ekonomik sisteme bir kriz eşlik edecektir.
Bu faktörlerin yanında, örneğin rekabet gücü yüksek olan Avusturya, Almanya, Belçika, Hollanda ve Danimarka gibi çekirdek AB ülkelerinin krizden önce iç fiyat seviyeleri geriliyordu. Ancak, bunun aksine çevre AB ülkeleri fiyat artışları nedeni ile enflasyon sorunu ve ardından rekabet gücü kaybı yaşıyordu. Rekabet gücü farkı ile bağlantılı olarak çekirdek AB ülkeleri cari işlemler fazlası verirken, kriz döneminden önce çekirdek AB ülkeleri ciddi bir şekilde cari işlemler açığına sahipti. Tabii ki bu yapıyı besleyen bir diğer önemli argüman ortak para birimi Euro’ydu. Rekabet gücü düşük olan çevre AB ülkeleri Euro’yu devalüe edemediğinden dolayı değerli bir para birimi nedeniyle dış ticaret açığı veriyordu. Ayrıca, bu faktörler AB ekonomik entegrasyonunu zorlayan farklı kapasiteleri ve yetenekleri olan ülkeleri bir şemsiye altında toplamanın getirdiği birtakım uyumsuzluklara da işaret ediyordu. Sonuçta, kamu borçları daha yüksek ve zorlu seviyelerde olan ülkeler çevre AB ülkeleriydi.
Sonuç olarak, her ne kadar AB kamu borcu krizini yönlendiren, örneğin 2008 global finansal kriz, gibi dışsal bir faktör ile karşı karşıya olsak da asıl sorunun (görece daha önemli olan) AB ekonomilerinde rekabet gücü farklılıkları ile ilişkili olduğunu düşünebiliriz. Bu konuda Dr. Tayfun Tuncay Tosun hocamızın ampirik bulgularını da hesaba katmalıyız. Geleneksel para birliği teorisine göre, farklı kapasitedeki ekonomilerin bir birlikte yer almaları sakıncalıdır. Bu yaklaşım birliğe giriş kriterlerinde rekabet gücündeki yapıyı homojen olarak şart koşar. Ancak AB için formüle edilen içsel yakınsama hipotezine göre, ülkeler farklı kapasitede olsalar bile, ortak finansal piyasalar ve kurumlar üye ülkeler arasındaki rekabet gücü farklılıklarını giderebilir. Sahada birliğe katılan AB ülkelerinin ekonomik fayda sağladığı bu kapsamda içsel yakınsama yaklaşımının tamamen reddedilemeyeceğini, ancak diğer taraftan üye ülkeler arasındaki rekabet gücü farklılıklarının devam ettiğinin de altını çizmemiz gerekiyor. COVID-19 ve Rusya-Ukrayna savaşının AB üzerinde yarattığı olumsuz etkilerden rekabet gücü düşük ülkelerin daha fazla olumsuz etkilendiğini göz önüne almalıyız. Özellikle, COVID-19 döneminde İtalya’da ortaya çıkan manzarayı tekrar hatırlamalıyız.
Sonuç olarak, ortak finansal kurumlar ve piyasaların AB ülkeleri arasın da yakınsamaya yardımcı olduğunu ancak yeterli olmadığının altını çizmemiz gerekiyor. AB entegrasyonunun güçlü bir şekilde sürdürülebilirliği için üye ülkeler arasındaki rekabet gücü farlılıklarının giderilmesi gerekiyor.