UZAN AİLESİ

21-03-2022

Yeni eklemlenmelerle birlikte daha da büyüyen ve etkisini arttıran Kartel Medyası’na devam edelim…

Sabah ve Atv grubu Dinç Bilgin’in patron olduğu Medya yayın organları idi. Onlar da Ana akım medya grubu olarak merkez sağ iktidarların destekçisi idiler. Yeni Asır gazetesi sahibi olan Dinç Bilgin Ege Bölgesi yerel gazetesi ile Basın dünyasında yer alırken, Babıali’ye uzanarak medyanın kalbi İstanbul’a kapak atmıştı. Siyasetle içli dışlı ilişkiler içinde hızla büyüyerek holdingleşenler arasına girmişti.

 

Bursalı işadamı Cavit Çağlar, Nergis Holding patronu olarak Demirel’in oğlu mesabesinde ona yakın olan birisi ve merkez sağ siyasetin sermayedarlarından birisi idi. Demirel’e yakınlığından dolayı DYP’de aktif siyaset yapmış, Milletvekili olmuş ve Devlet Bakanlığı görevinde bile bulunmuştu! “Vergi kaçakçılığını ben de yaptım!” diye utanç verici sözü ile belleklerde yer edinmişti. -Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır!- afişlerini bastırıp ülkeye dağıtan Genelge yayınlayan bir Bakan’ın vergi kaçakçılığını reva görmesi ve adeta yasalmış gibi göstermesi ne acı idi değil mi? Arkadaşın demek istediği aslında -arkan güçlü olunca ülkede her haltı işleyebilir, her türlü yolsuzluğu, soysuzluğu yapabilirsin- söyleminin kibar bir çevirisi idi… Cavit Çağlar da Olay Medya olarak bölgesel alanda basın sektöründe yer almış olsa da, Siyasi imkanlarından yararlanarak Ulusal Medyaya girmişti. Ayrıca Banka özelleştirmelerinden siyasi ağırlığını kullanarak bir hayli ek puan topluyordu! Etibank, İnterbank Çağlar’ın holding bünyesine geçmişti. Bu arada, konu ile alakası yok ama Abdullah Öcalan’ı Kenya’dan getiren özel jet de Çağların idi!..

 

Hükümet düşmesine neden olan Türkbank’ın özelleştirilmesi ihalesindeki yolsuzluğa adı karışmış bir Medya patronu daha vardı ki o da Korkmaz Yiğit. Alaattin Çakıcı mafya lideri olarak ihalenin şeffaf ve özgür katılımcılar eşliğinde yapılmasını engellemişti. Mesut Yılmaz ve Güneş Taner ise o skandalda isimleri geçen siyasi kişilerdi. Korkmaz Yiğit, Kanal6 televizyonu ve Yeni Yüzyıl gazetesi patronu idi…

 

Nazlı Ilıcak’ın oğlu Mehmet Ali Ilıcak kartel medyasına karşı savaş verir pozisyonda dağıtım ve basım aşamasında tepeden tırnağa kendi alt yapısıyla, kendi ağıyla medya sektörüne girmişti. Çok büyük reklamlar eşliğinde bir milyon tirajla Akşam gazetesinin ilk baskısını devreye sokmuştu. Gazetenin yanında kuponla televizyon dağıtıyordu! Tercüman gazetesinden buyana Ilıcak ailesi, Demirel başta olmak üzere, merkez sağ diye nitelenen siyasetin desteğini hep arkasında hisseden gruptu. Yine sermaye, medya, siyaset üçgeni kurulmuştu.

 

Medyada kendilerine yer bulamayan siyasi partiler ise halkla ve seçmenle, kendi televizyon ve gazeteleri üzerinden iletişim kurmak, propaganda yapmak zorunda kalıyordu. MHP Işık TV, BengüTürk TV, Yeni düşünce, Yeni çağ gazeteleri ile basın dünyasında yer arıyorken; Refah Partisi Kanal7 ve daha sonra Tv5 kanalları, gazete olarak ise Milli Gazete ile medya sektörü arasında yer alacaktı.

 

Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal tarafından kurulmuş olan Star TV ise Demirel’e yakın siyaset izleyen sermayedar grubundan olan Uzan Ailesince satın alınmıştı. Başlangıçta gazeteleri yoktu ama sonra Star gazetesi de kurulacaktı. Ayrıca Banka olarak İmar Bankası… Sermaye, Medya, Siyaset üçgeni burada da tamamlanacaktı! Ailenin hırslı, dinamik ve uçarı kaçarı oğlu Cem Uzan daha sonra siyasete atıldı. 2002’de H. Celal Güzel’in Yeniden Doğuş Partisi’ni (Ondan habersiz bir şekilde) bir nevi satın alarak, delegelere para dağıtıp onların oy çokluğu ile paraşütle indiği partiye Genel Başkan olmuştu. Adını da “Genç Parti” olarak değiştirmişti…

 

Cem Uzan’dan önce sermaye grubundan siyasete atılan Cem Boyner’in Yeni Demokrasi Hareketi vardı. Liberal politikalar benimseyen ve halka zenginlik, refah vaat eden bir parti idi. Ama adında parti sözcüğü bile olamadan biz bu işi başaracağız, her şeyi silbaştan yenileyeceğiz. Partinin kısaltmasına (YDH) atfen, -Siz yeter ki Ye De Ha deyin, biz yapalım- diye slogan geliştirmişti. Fakat halkta karşılık bulmadığı için başarısız bir girişim olarak siyasi tarihteki yerini almıştı. Herkes Cem Uzan’ın bu girişiminin de aynı akıbete uğrayacağını ve 2. Cem vakası olarak tarihe geçeceğini düşünüyordu! Ama haşarı ve hırçın çocuk Uzan; stratejistler, siyaset bilimciler dahil, herkesi şaşırtır boyutta sonuçlar alacaktı!

 

.           .           .

 

28 Şubat’ta askere şirin gözükme şebekliği ile üstlendiği etkin rolü sayesinde Fetullah Gülen acaba yapılaşması üzerindeki yoğunlaşmayı engelleyebilecek miydi?

Fetullah Gülen’in bizzat kendisi, “Başörtüsü teferruat(furuat)tır” demiş ve o dönem  askeri dayatmalara karşı gerçekleştirilen direnişi kırmış, kendi dershane ve okullarının 28 Şubat kararları içinde yer almamasını sağlamıştı. Hatta “İHL’lerin kapatılmasını faydalı bulduğunu!” deklere etmiş olsa da sonunda kendisi de sürecin hışmından kurtulamamıştı. Oysa çok da şirin gözükmesine rağmen ateş onların ocağına da düşmüştü. Askeriyenin tespitleri ile yapılaşmanın devleti tehdit eder boyutta olduğu gerekçeleri ile örgüt ve lideri Fetullah Gülen hakkında dava açılmış ve yargılama süreci başlamıştı. 1999 yılında DGM tarafından başlatılan soruşturma 2000 yılında “Laik devlet yapısını yıkıp, yerine dine dayalı devlet kurmak maksatlı bir örgüt!” suçlamasıyla yargılanmasına başlanmıştı. Haber anchormanleri ‘Düğmeye ben bastım’ diye akşam ana haberlerini başlatıyor, Fetullah Gülen’in gizli çekim videolarını döndürüyordu. O videolarda resmen gerekirse alkol alıp yargıya ve askeriye sızma planlarını kendi müritlerine salık veriyordu! O zamanlar halkın gözünde masum ve kimseyi incitmez bir hoca efendi(!) olarak görüldüğü için o karar da, ‘toplum vicdanını yaraladı’ şeklinde kendi medyasında ve sağ medyada işlenmekteydi.

 

Ancak yine sol aydınlar ve gazetecilerin haklı çıkmış olduğu nice zaman sonra anlaşılacaktı! Sağdan çok çok az bir kesim ile soldan pek çok kesim cemaatin adını “F tipi yapılaşma” olarak dillendirmeye başlamıştı.

 

Sağlık problemleri bahane edilip ve tedavi amaçlı olarak ABD’ye gidecek güzellemeleri ile yurt dışına kaçacaktı! Bu kaçışta Ecevit’in büyük payı olduğu için daha sonra F. Gülen, haşa Allah’ın hatırlı kuluymuş ve Allah’ın danışmanıymış gibi, “Bir kişiye şefaat hakkım kalsa(!) onu da Ecevit için kullanırım!” diyecekti. Bir türlü sağlık problemi çözülmüyor ve cemaatinin başına dönmüyordu: Onun arkasından gidenler de “Neden gelip yargılanmıyor, inandığı davanın bedelini ödemiyor? Bu adama nasıl güvenilir? Mücadelede en önde olması gerekirken o kaçıyor ve mensuplarını ateşe atıyor!” diye zerre kadar sorgulama yapmıyorlardı.

 

Bu defa 2000’li yıllardan sonra spordan sanata, siyasetçiden ticaret erbabına meşhurlar, ABD’yi su yolu yapmış ve Pensilvanya’ya uçuyordu!..

Devletin himayesinde “Hamili kart yakınimdir” notları ile yurt dışında faaliyet gösteren kolejleri pıtrak gibi artmaya başlamıştı. Yurt dışı ziyaretinde bulunan devlet ricali ve siyasetçiler mutlaka o okulları ziyaret kapsamlarına alırdı! Yurt dışında ticaret yapmak isteyenler mutlaka onların tezgahından geçmek zorunda kalırdı! ABD kendi izni olmadan küresel boyutta bir projeye olur verir miydi? Böyle bir şey mümkün olamayacakken, onlar bizzat Fetullah Gülen tarafından dile getirildiğini iddia ettikleri, “Duvarına asılı olan Osmanlı haritasını, ufkumu daraltıyor diye kaldırtıp, Dünya Haritası’nı astırdığını” söyleyerek tüm dünyaya yayılacağız propagandası yapıyorlardı. Milliyetçilikse, bundan daha iyisi olamaz, diye müthiş sükse yapmaktaydılar…

 

2003 yılında ilkini yaptıkları “Türkçe Olimpiyatları” ile yabancı çocuklara şarkılar türküler söylettiriliyor, şiirler fıkralar anlattırılıyor ve yine spordan sanata, ticaret erbabından siyasetçilere ünlülerin arzı endam etmesine zemin hazırlanıyordu. İktidar mensupları Pensilvanya’ya selam yollama yarışına giriyordu. Devletin Darphanesi Türkçe Olimpiyatları Logolu hatıra metal para, PTT’si de hatıra pul basıyordu!..

 

Çok ilginç değil mi? Kimler, kimlerle beraber yürümüş paralel yollarda…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?