Tarihte Türkler sürekli göç etmişler, göç ettikleri yerlerde kısa sürede uyum sağlayarak o beldenin hâkimi konumuna yükselerek, güvenlik, adalet ve düzenin sağlanmasına yardımcı olmuşlardır.
Günümüzde dünya çalkantılar içerisinde boğuşurken, Avrupa’da yaşayan Türkler yeni bir medeniyetin temsilcisi olabilirler mi?
Türkler tarafından içinde yaşadıkları batı medeniyetine ve toplumuna karşı herhangi bir tehdit olmamıştır.
Bunun böyle bilinmesine rağmen, Türklerin yeni inşa edilecek medeniyet içerisinde yerleri ne olabilir.
Şehrimizde, beldemizde, bölgemizde veya mahallemizde bizler ne kadar güvenilir insanlarız.
Bir beldenin kalitesi sadece orayı yönetenlerin değil, orada yaşayan yani yönetilenlerin kalitesinde belirler.
Anadolu irfanı batı medeniyetine ilham olarak görülür mü veya yaşlı kıtanın ilacı olur mu?
Avrupa’da yaşayan Türklerin gelecek tasavvurları ne olacak, güven veren insan modeli nasıl olmalı, marka toplum nasıl olacağız.
Değişim kaçınılmaz fakat bu değişim bizi ne kadar değiştirebilir veyahut da bizden ne götürebilir.
Avrupa'daki dini cemaatler, STK'lar, yeni bir medeniyetin inşasında ne kadar katkıda bulunabilirler, değişimi iyi okuyacak kadroları var mı, insanların kalplerine dokunacak hizmetleri yerine getirmek için çaba ve gayret gösterebilirler mi?
STK’lar ve cemaatler sadece aidat, teberru, yardım, sadaka, zekat, fitre, bağış, kurban, adak, hac, umre, cenaze aidatı, üyelik aidatı, gibi sarmalın içinde dolanıp dururlarsa hiç bir yere varamayız.
İnsanların ihtiyacı olan, güvenilir insan, Aile danışmanlık merkezi, ana okulu, özel okul, Psikolojik destek kurumu, sosyal dayanışma vakıfı veya danışma merkezleri için neden adım atılmaz.
Dünün misafir işçileri, yabancıları, göçmenleri artık bu ülkelerin yerlisi olmaktadır, kendimizi bu yeni konuma göre hazırlamak için daha ne kadar bekleyeceğiz.
Bizler yabancılıktan, yerliliğe geçmiş durumdayız.
Geçenlerde Ali Şahin Bey yazdı kadim Türk metinlerinde “İl Tutma” diye tabir edilen, bir kavram var diyerek.
Bu tabire göre "Toplumun maddi ve manevi varlığını koruma altına alma bakımından ontolojik güvenliğe; cihanşümul devlet telakkisi ise yaşadığı coğrafyada adalet ve düzenin müesses kılınmasına katkıda bulunma" düşüncesine tekabül etmektedir deniliyormuş.
Yaşadığımız Ülkelerde varlığımızı devam ettirebilmemiz bu ülkeleri de "İl Tutmak" ile olur. Yani Yaşadığımız Ülkelerin geleceğinin inşasına Dil, Din, Bilim, Edebiyat, Sanat, Kültür, Düşünce alanlarında sorumluluklarımızı hatırlayarak yaşadığımız ülkelerin MEDENİYET geleceklerinin inşasında yerimizi almak zorundayız.
Yani artık Avrupa medeniyeti içerisinde “Mayalanmak” durumundayız.
Maya; çalınan şeyin kimliğini değiştirir- çalar. Özünü değiştirir. Özünü değiştirmek yoluyla değiştirdiği şeye birlik verir. O birlik itibariyle mayalanmış şey, dönüşmüş bir şeydir. Esası özü de o dönüşmüş şeyin; ona çalınan mayadır. Neslimizi değerlerimizin çekirdeğini teşkil eden Anadolu Mayası'yla mayalamazsa hâkim ya da resmi kültürün Maya’sı onların özünü dönüştürmesi- çalması kaçınılmazdır.
Bu da bize Dünya ya da yaşadığımız ülkelerin medeniyet geleceğinin inşasında değerlerimizin kabul görmesini sağlayacak bir Medeniyet Tasavvuru geliştirmeye mecbur etmektedir.
Maalesef bizler yeni bir Medeniyet tasavvuru yolunda dolayısıyla Fikri İktidar yolunda çok gerideyiz.
Göçmenlerin ve Türklerin birçok sorunu var fakat bu sorunlar bizim geleceğimizi inşa etmekten geri bırakmamalıdır.
Sorunlarımızı sorun yaparak yaşamaktan uzaklaşıp etrafa bir baksak, toplumun inşasına yönelsek hedefe ulaşmamız daha kolay olacaktır.
Artık yerlimi, yabancımı tartışmasından uzaklaşarak burada kalıcı olduğumuzun bilincine vararak, STK’ları, Cemiyetleri, dernekleri ve kurumlarımızı buna göre hazırlamak gerekmektedir.
Birinci nesil çok kısıtlı imkanlarına rağmen, Avrupa’nın ortasına bir “Maya” çaldılar ve gelecek nesillere bir yol gösterdiler bu mayanın tutması görevi STK’lar tarafından devam ettirilmelidir.