Biz Yozgatlılar olarak ilk önce soğuğu, kara kışı, ayazı getiririz insanların aklına. Soğuğa sormuşlar nerede yaşıyorsun diye de Yozgatlıyım ama Erzurum'da kalıyorum demiş. Tersini söyleyenler de var, her ikisi de haklı.
Benim köyümde mesela, temmuz ağustos sıcağında bile akşamları serin olur. Sabahları soğuk rüzgarlar eser. Yaşayan alışkındır da yabancısını çarpar. Biz soğuk demeyiz de zemheri, çatır ayaz diye tarif ederiz bunu. Daha da soğuksa “Tüh desen yere düşmüyor! ”deriz.
Sadece soğukla ilgili değildir nevi şahsına münhasır tanımlarımız. Boş boş dikilip duran birisine “ikindi gölgesi gibi ne sorutuyorsun?”( ilkindi kolgesi gibi ne soruduyon?) deriz. Parantez içindeki gibi okunur, yazılışını önden veriyorum. Yani sorutmak diye bir fiil vardır bizde dikilip durmaya karşılık gelen.
Eşek sudan gelene kadar dövmek deyiminin bizdeki karşılığı ‘yemem yeter diyene kadar çalmak’tır. Çalmak, dövmenin yerini tutarak büyük bir anlam kaymasına uğramıştır.
Birisine bir işi yap diye vermiş ama onun desteğe ihtiyacı olduğunu düşünen bir Yozgatlı; “falancaya iş ver, peşe sıra sen git” der yüzüne karşı. Arkadan konuşmak yok. Ha bu cümle destek mi köstek mi içerir ona siz karar verin.
Öp tepene koy, diye bir deyimimiz var ki kutsal bir şeyle alakalı gibi dursa da yanından geçmez. Şöyle anlatayım; birine bir iş yapmışsın, tadilat tamirat gibi olsun o da. Bekliyorsun ki karşılığında yevmiye falan verecek. İşi bilen, adamı tanıyan bir yakının da sana “Yiyeceğin yemeği verirse öp tepene koy!” diyebilir. Zaten öyle dediyse sen de anla ki karın tokluğuna çalıştıracak seni. Onu bulduğuna şükret.
Bazen ben de yapardım çocukken. Uyumuş gibi uzanırsın, gözünü yumarsın ama kulağın olan biteni duyuyordur. Bilgi toplama yöntemlerinden biridir çocuklukta. Benim kardeşlerimden biri aynısını yapınca annem gözleriyle işaret edip “tilki dinlemesi ediyor” derdi. Özel hallere özel deyimlerimiz var yani.
İçten pazarlıklı, temkinli, sürekli hesap yapan birisi için, karnından konuşuyor, deriz. Bazen karnıyla konuşuyor da olur. Ne var ne yok ortaya dökmez, açık etmez ve sinsilik peşinden koşar öyleleri. Bu gibiler için biz; “bir dur, beş kaç!” deriz.
Sessiz, sakın bir tabiatım vardır. Bunda annemin hep tembihlediği; “ Ağır otur ki batman getiresin.” sözünün illa ki etkisi vardır. Batman da bir ölçü birimi. Eskiden falan diye gelmesin akıllara. Biz yaprak alırken iki üç batman alırız. Yedi sekiz kiloya tekabül ediyor bir batman. Bu yıl üç batman alacağım, bıldır iki batman aldıydım da yetmediydi. Cümlenin açıklamasını vermeme gerek yok sanırım.
İki üç yıl kadar önce bir makaleye denk geldim. Deveci ardı diye tarif ettiğimiz ve Deveci Dağı’nın eteğine kurulu beş köyün konuştuğu deyim, atasözü ve kelimeler üzerine bir çalışmaydı. Baştan sona hepsini okudum. Tek tek anneme, babama sordum. Çoğunu biliyordum da arada bilmediklerim de çıkıyordu. Bizim kendi aramızda konuştuğumuz kelimeler, kalıplar üniversiteden bir hocanın araştırma konusu olmuştu. Vay be!
Oysa ben çocukken hep kaçmıştım onlardan. Saklamıştım onları içimde. İşkefe yerine yufka demek daha şehirli gelmişti. Yoğurt çalmak yerine yoğurt mayaladım dedim. Çimmek, yunmak aile içinde kalan kelimeler oldu. Annem hala; “Kızım, çocukları çimdir. ”der. Öyle demese bile çocukları banyo ettir der. Çünkü bizde yapmaktan önce etmek fiili gelir. Ne ettin sen! diye kızarım mesela. Şaka ettim derim, salatayı ettim derim. Bu böyledir.
Herkesin içini ısıtan, herkesi ağlatan, güldüren, hüzünlendiren Yozgat menşeili dizinin her bölümünün başında Mustafa Çiftçi'nin adı geçer, okumuşsunuzdur. Ben diziyi çok izlemesem de Mustafa Çiftçi'nin kitabını okudum. Bütün kelimeler, bütün olaylar bizden. Çok sevdim. Mesela bir hikayesinde fındılı fıstığım diye kızını seven bir baba var. Fındılı fıstığım, baş altında yastığım... Devamı böyle olabilir. Biz devamını da söyleriz.
İskender Pala'nın Yunus Emre'yi anlattığı Od kitabında, ‘hacil olmak’ fiilinin geçtiği yeri okurken öyle şaşırdım, öyle heyecanlandım, öyle sevindim ki. Benim her zaman kullandığım bir kelime edebi bir metnin içinde yer almış. Benim burun kıvırdığım, sırtımı döndüğüm kelime; kuş gibi kanatlanıp uçmuş da bir romana konmuş, bir diziye konuk olmuş, bir makaleye konu olmuş.
Bunlardan sonra anladım kıymetini diyemem ama bunlardan sonra ben de daha bir sıkı sarıldım kelimelerime, kendime, özüme. Yazmaya çalışıyorum aklıma düşenleri ama “Gız şurdan iki işkefe getür de suluyah. Pağla da fene zorlu olmuş.” gibi bir cümle duyarsanız benden fazla sorgulamayın. Fasulye yemeğinin çok güzel olduğunu, onu yufkayla yemeyi teklif ettiğimi az çok anlayın yeter.
Yazarlarımızdan Bülent Önge ağabeyin tarzı ve üslubudur bilirsiniz sevgili okurlar. Yöre, töre, tarih, kültür içerikli sunumlar yaparak cennet vatanımızı gezdiriyor adeta kendisi. Yanılmıyorsam o da Yozgat'lı olduğundan bahsetmişti önceki yazılarından birisinde.
Onun vesileyle sitemizin kurucularının yaşadığı Almanya başta olmak üzere, gurbetteki, tüm Türkiye’deki Yozgatlıları da selamlayarak bugünkü yazımı beğenilerinize sunuyorum.
Adem KURUN 3 yıl önce
Hümeyra 3 yıl önce